Birinci Düğüm: Özal
Bir ara sizlere ’91 Körfez savaşı Amerika için dönüm noktasıydı’ demiştim.
İlk büyük harbin sonuçlarını görmüştük;
Ortadoğu’da ABD yoktu, İngilizler Yahudi kartını açmasına rağmen yine yoktu, Avrupa ve İngiltere’nin güvenliği en az İsrail kadar önemliydi, gelmediler. Osmanlı yıkıldı, toprakları paylaşıldı, herkese bir pay düştü ama ABD ve Sovyet Rusya hariç!
İkinci büyük harbi gördük, Ruslar Mahabad’la stratejik bir hamle yapmış Ortadoğu’ya inmek istemişti ama tutmadı, inemediler.
Stalin’den Türkiye’ye uzanan tehdit doğal olarak ABD ile Türkiye’yi yakınlaştırdı, müttefik oldular, o gündür bugündür müttefik.
Bu arada İsrail Devleti kuruldu.
ABD doğrudan gelmese de ileri karakolunu bu coğrafyada inşa etti. Türkiye de İsrail’i tanıdı. Arap-İsrail savaşları Yahudi-Müslüman temelinde dinsel bir savaşın alarmını verince iş değişti, yeni planlar yapıldı.
Ve ABD ilk kez 1991 Körfez savaşıyla Ortadoğu’ya indi, işin birinci dönüm noktası da böyle başladı.
Amerika için Saddam düşmandı, Türkiye ise dost; Özal’ın açık ve tam desteğiyle savaş kısa sürede bitirildi.
Hatırlayınız Özal ‘Çekiç Gücü ben getirdim’ diyordu, ‘bir koyup üç alacağız’ diyordu. Hiç uzatmayalım bu savaşın sadece sonuçlarına bakarak şunu söyleyebiliriz;
‘Türkiye ambargo yüzünden milyarca dolar ekonomik kayba uğradı, bu zarar hiç telafi edilmedi; ‘Postal öpücü’ Peşmerge Barzani ‘Özerk Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı oldu, kırmızı Türk pasaportu verildi;
‘Üç beş çapulcu’ sayıları onbinleri aşan silahlı güce dönüştürüldü, saldırılara başladı; yüzbinlerce sığınmacı Türkiye’ye geldi ve PKK terör örgütüne insan kaynağı oluşturdu.
Bugün Türkiye hala sorunla uğraşıyor.
2007’de ne oldu?..
Bir Genelkurmay Başkanı yüzlerce kameraların önünde ve canlı yayında, önce Özal’ın ardından Usta’nın 91 Körfez Savaşından bugüne izledikleri siyasetle Amerikalının projesine hizmet etmiş olduklarını açıkladı.
Dün gibi hatırlıyorum, ben adına basın toplantısı denilen bu resmi açıklamayı dinledim hem de birkaç kez.
Evimdeydim, televizyonun karşısına geçmiş dinliyordum tıpkı Dağlıca baskını sonrası Usta’yı dinlediğim gibi.
Büyükanıt’ın her bir sözü beni can evimden vurdu.
İnanın beynimden vurulmuşa döndüm çünkü bir yanda söylediklerinin hepsi yaşanmıştı, ben yaşamıştım, anlatılan olayların canlı tanığıydım.
Öte yanda ABD ile müttefik Özal’ın ve Usta’nın izlediği Irak siyasetinin hep aleyhimize çalışmış olduğunu gördüm. Yani bir anlamda verdiğimiz canlar, kaybettiğimiz kaynaklar hepsi ama hepsinin boşaymış gibi ağır bir duyguya kapıldım. Biz onca mücadeleye karşın tehdidi yok edememiş, ülkemizi hedef almış bu projeyi durduramamışız demek! Ve o gün o anda karar verdim, yaşadıkları yazmaya. Çünkü artık elde resmi kanıt da vardı gösterebileceğim. Beni çarpan düşüncelerin o anki hızıyla kitabı kısa sürede bitirdim. Adı ne oldu biliyor musunuz; ‘İhaneti Gördüm’. Bu kitap hala piyasada, isterseniz ulaşabilirsiniz.
Peki, Türk tarihinin karanlık bir sayfasına böylesi güçlü bir ışık tutan bu Genelkurmay Başkanı kimdi, onu biliyor musunuz?
Yaşar Büyükanıt. Hani 27 Nisan’da sözüm ona gece yarısı siyasi iradeye muhtıra veren ve bu yolla AKP’yi iktidara taşıyan askeri komplonun sahibi. Sonrası zaten Usta ile Dolmabahçe görüşmesi, ardından Kod Ergenekon kumpas soruşturmasına gidiyor. Hepsi ardı ardına, zincirleme.
Peki Türk ordusu üzerinden Usta’nın siyasetine hizmet için askeri komployu tezgahlamış olan bu Yaşar Büyükanıt, 12 Nisan 2007’de ne demişti ne demişti de ‘İhaneti Gördüm’ adıyla olayların kitaplaştırılmasına öncülük etmişti?
Hiç uzatmaya gerek yok, sözleri aynen şöyle;
‘Şimdi söyleyeceklerim bir kısmıyla belki de bir öz eleştiri olarak da kabul edilebilir. Bu savaşta Türkiye Cumhuriyeti koalisyon güçlerine destek vermiştir. Ancak sonucunda Türkiye zarar görmüştür
Bunlara en büyük desteği Türkiye verdiği halde Türkiye suçlanmıştır ve yüzbinlerce insan Türkiye’nin hudutlarına yığılmıştır. Bu yığılan insanlar ‘burada bir Kürt sorunu var’ diye dünya kamuoyuna mal olmuştur.
36. paralelin kuzeyinin Saddam’a yasaklanmasıyla, bunun, kuzeydeki insanları korumakla birlikte aynı bölgede PKK’ya korunma bölgesi oluşturmuş ve bugünkü durumu yaratmıştır. Hala da bu durum artarak devam etmektedir.
O karakolların basılması, kitle halinde zayiat verdiği dönemler hep bu döneme rastlar’.
Düğüm noktası bu işte!
Sadece bunu biraz açalım, Büyükanıt diyor ki; ‘Türkiye bu savaşta ABD’ye destek vermiş ama zararlı çıkmıştır. Hudutlarımıza yığılan yüzbinlerce sığınmacı eliyle mesele savaşın ötesine geçmiş ve Türkiye’yi uluslararası bir Kürt soruyla karşı karşıya bırakmıştır. PKK terör örgütü bu bölgede ABD tarafından korunmaya alınmış ve silahlı bir güce dönüştürülerek üzerimize salınmıştır.’ diyor.
Burada çok açık görülüyor ki terörün zirve yaptığı 90’lı yıllarda yaşanan karakollar baskınları, köy yakmalar yıkmalar, hepsi Türkiye’ye karşı konumlanmış küresel siyasi projenin bir parçası! Verdiğimiz canlar, kaybolan kaynaklar, ebesi hemşiresi memuru, doktoru, hakimi savcısı, askeri ve polisiyle verilen can pahası mücadele…
Süreç hala aynı istikamette ilerlediğine göre, demek engel olamamışız, demek durduramamışız sadece geciktirmişiz, hepsi bu kadar!.. Büyükanıt’ın yaptığı resmi açıklamadan bunu anlıyoruz.
Peki, bunu ben zamanında göremedim. Doğru ama devletimizi yönetenler de mi görememişti?..
Kimmiş peki, Türkiye’yi böylesi ağır zarar uğratan?
Büyükanıt isim vermiyor ama herkes biliyor ki, ‘Çekiç Gücü ben çağırdım’ diyen dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmalı. Size sadece bu yanlış siyaset yüzünden ne kadar şehit verdiğimizi söyleyeyim hem de Büyükanıt’ın sesinden;
‘1992 yılında zayiatımız 496 şehit, 955 yaralı toplam bin 451, 93 yılına baktığımız zaman 538 şehit, 996 yaralı toplam bin 534, 1994 yılına baktığımız zaman 867 şehit, 206 yaralı toplam 2 bin 927 bu yaralılardan bir kısmı tedavi edilmek suretiyle tekrar hayata döndü. 1995 yılında 615 şehit, bin 342 yaralı, bin 957 zayiat var. Bu rakamlar gerçekten çok ürperticiydi.’
1992 yılında diyerek saydığı 496 şehidin 74’ü benim askerimdi yanımda şehit düştüler Şemdinli’de. Erbil’e gidip Barzani’nin Kürdistan başkanlığı kutlamak amacıyla huzuruna çıkan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun saygı duydukları da işte bu şehitlerimin katilleriydi.
Burada belki Büyükanıt’ın söylemeyi unuttuğu ya da bu siyasete yönelik ithamlarını çok daha ileri bir seviyeye taşımamak adına belirtmediği önemli bir husus daha var. O da savaş sonrasında postal öpücü Barzani’nin ‘özerk Kürdistan Yönetimi Başkanlığına yükselişi.
Buna değinmedi ama bu oldu. Özal da bu yönetimi resmen tanıdı, kırmızı pasaportla iş yürüdü gitti.
İşte Usta’nın ‘evim gibi’ dediği Erbil’in temel taşları böyle örülmeye başlandı.
Ne demiştim size?
‘Türkiye ambargo yüzünden milyarca dolar ekonomik kayba uğradı, bu zarar hiç telafi, edilmedi. ‘Postal öpücü’ Peşmerge Barzani ‘Özerk Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı oldu. ‘Üç beş çapulcu’ sayıları onbinleri aşan silahlı güce dönüştürüldü bugün Türkiye hala sorunla uğraşıyor.
Yüzbinlerce sığınmacı Türkiye’ye geldi ve PKK terör örgütüne insan kaynağı oluşturdu” demiştim demek hepsi doğruymuş!
Sürecin gidişatı açısından belki bu noktada söylemeyi unuttuğum Kürt kardeşlerimizin bu küresel projenin peşinden nasıl sürüklendiği olmalı.
Bakın bu da nasıl yapıldı?
Çiller siyaseti döneminde PKK terör örgütünün ‘köy baskınları, toplu katliamlar ve köy boşaltmalarıyla’ 500 bin Kürt kardeşimiz göç etmek durumunda bırakıldı. Tası tarağı topladılar ne var ne yok sattılar. Çoluk çocuğu alıp Adana, Mersin, İzmir, Manisa, İstanbul gibi büyük kentlere geldiler.
Hazıra dağ dayanmadı, iş bulamadılar. Buldukları işle geçinemediler, dara düştüler. Çoğunun çocuğu ya PKK’ya ya da mafyaya sürüklendi gitti.
Çiller döneminde yaşanan bu ağır dram bu ağır mağduriyete karşı önlem alınmadı. Köye dönüşe destek deyip plansız programsız verilen paralar da bu mağduriyeti ortadan kaldıramadı.
Bu durum göçle gelen kardeşlerimizin yüreğinde devlete karşı öfkeye yol açtı.
İşte bugün HDP’ye verilen siyasi desteğin asıl altında bu yatıyor.
Oysaki bugün Suriyeli sığınmacılara harcanan 40 milyar dolar para ile onlara gösterilen şefkat, bakım ve yardım bizim Kürt kardeşlerimize 90’lı yıllarda gösterilmiş olsaydı, bu küresel siyasi proje kendine halk desteği asla bulamayacaktı ama yapmadılar. Bugün sığınmacılara gösterdikleri şefkati o gün kendi halkımıza göstermediler. Ve bu süreç hala işliyor…
Belki bugünkü neslin kavrayabilmekte zorluk çektiği hala aydınlığa kavuşturulamamış olan işte bu Özal dönemi olabilir.
Bunun nedeni açıktır;
Kod Ergenekon soruşturması üzerinden akıl karıştırdılar.
Ama şimdi görebiliyoruz:
1984 Şemdinli baskını ile başlayıp Özal’ın yaşamını yitirdiği dokuz yıllık siyasi sürece yakından bakıldığında, Barzani’nin proje devlete doğru nasıl yürüdüğünü, PKK üzerinden Türkiye’ye karşı ağır saldırıların hangi şartlar altında yapıldığı görebiliyoruz. Ve küresel siyasi projenin siyasi ayağıyla silahlı ayağının artık gün yüzüne bu dönemde nasıl çıktığı anlayabiliyoruz.
Bu da bize Fetö’nin hedef aldığı Türk Ordusuna daha o yıllarda tuzak kurulmuş olduğu gösteriyor.
Peki bu tuzak nasıl işletildi?
‘Terör askerin işi’ dediler, ‘asker bitirecek bu işi’ dediler, çekildiler bir kenara Türk Ordusunu küresel destekli projenin silahlı ayağıyla karşı karşıya ama yalnız bıraktılar.
Yine de asker can pahasına örgüte ağır bir darbe vurdu ama bu kez de örgütün siyasi kanadını askeralma daireleri gibi çalıştırdılar. Giden üç teröristin yerine beş kişiyi kandırıp kaçırıp dağa çıkardılar. Böylece dağlarda hiç terörist bitmedi. Bugün de aynısı yaşanmıyor mu?
Öte yanda…
Özal’ın sözüm ona ateşkesiyle örgütü yeniden toparladılar. Çatışmaları Türkiye’ye taşıdılar. Her gün köy basma köy yakmayla, her gün yol kesme pusu baskınla çatışmanın şiddetini zirveye çektiler.
Hepsini bir bir not aldılar ve kod Ergenekon diyerek, ‘köy yaktın, adam öldürdün’ diyerek Türk Ordusunun karşısına çıktılar. Terör örgütünü yargılamak yerine Türk Ordusunu yargılamaya kalkıştılar.
İşte böyle adım adım ilerleyerek Türk Ordusunu etkisizleştirme hedefine giden yola kapı açtılar.
Büyük resmin bir ucuna tüm bu anlatılanların ışığında bakıldığında, Birinci Körfez Savaşının bir dönüm noktası olduğunu görüyoruz.
Türkiye’ye karşı konumlanmış küresel projede silahlı ayak olan PKK terör örgütünün, üç beşçapulcu’dan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırlarını aşarak nasıl karakola köye köylüye saldırabilecek, yakıp yıkabilecek ve 500 bin insanımızı göçe zorlayabilecek yetenekte bir silahlı bir güce dönüştürüldüğü adım adım izliyoruz.
Projenin siyasi ayağı Barzani’nin postal öpücü’den Türkiye Cumhuriyeti Devletini resmen muhatap alabilecek, devletin kırmızı pasaportuyla uluslararası arenada boy gösterebilecek seviyede nasıl bir siyasi güce dönüştürüldüğünü ve bağımsızlığa giden yolda taşların böylece döşendiğini anlıyoruz.
Türkiye’yi açıktan zarar sürükleyen bu siyaseti Özal bilerek mi yaptı derseniz, Allah şahidim olsun ki bilmiyorum.
Ne dersiniz bilmeden yapmış olabilir mi?
İsterseniz Uğur Mumcu’ya soralım çünkü bugün Usta’nın öfkeyle dediği gibi o zaman da Özal ‘Kuzey Irak’ta Kürt Devletinin kurulmasına’ karşıyız’ diyordu.
Bakın Mumcu ona ne cevap vermiş;
“Çekiç Güç’e ‘Evet’ dedikten sonra ‘Kuzey Irak’ta Kürt Devleti’nin kurulmasına karşıyız’ demenin bir anlamı var mı? Kimi inandırır bu sözler? Çekiç Güç’ün amacı, ‘Federe Kürt
Devleti’nin kurulması ve kurulan bu devletin Batı askeri gücüyle korunmasıdır. Bu sonuç, Kürtler açısından Kürtlere özerklik veren 1920 Sevr Anlaşması’nın 64’ncü Maddesinin gerçekleşmesidir…”[1]
Tabii iş bu noktaya varınca, ‘bağımsız bir Kürt Devleti Türkiye’ye tehdittir’ diyen Usta’nın her şeyden önce bu Barzani üzerinden bu Kürt Devletine giden yolu açan Özal’ın siyasi kadrolarına hesap sorması gerekmez miydi?.. Elbette gerekirdi ama bu hiç yapılmadı.
Şimdi bu resmi daha anlamlı kılabilmek için bu anlatılanlara, 2003 Körfez savaşı ve sonuçlarını da ekleyelim.
Bakalım karşımıza ne çıkacak?
Belki o zaman Türkiye’nin aradığı siyasi ayağın nasıl bir ayak olduğunu görebilme şansımız olur.
Gelecek bölüm: İkinci Düğüm Usta ile devam edecek..
Kitap:
Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak
[1] Uğur Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi, Aralık 1992.