eee.. ‘Nereye Böyle’

Türkiye’de mesele şeriat mıdır?
Siyasetin izlediği yolda ‘irticaya dönüşme riski var’ diye düşünülüyorsa eğer, bu tarihi bir yanılgıya düşürebilir bizi. Çünkü büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede Haçlı siyaseti hakim olmaz, halk gerçeği bilse kimse de oy vermez.
Dolayısıyla siyasetin izlediği yolda gidişatı görebilmek için yöneticilerin dindarlığına bakılarak değil izlemiş oldukları siyasete ve sonuçlarına bakılarak bir karar verilmesi gerekiyor.
KAYNAKLARIMIZ KİME SATILIYOR
Son on yılda izlenen siyaset sonucu gelinen bu noktada vatan dediğimiz toprağın altı ve üstündeki tüm ekonomik kaynakların ‘özelleştirme’ adı altında satılmakta olduğunu görüyoruz. Bu kaynaklarımızı satın alanların arkasındaki asıl ülkelerin yüzü görülmese de önemli miktarda yabancı eli olduğu biliniyor.
SATILAN KAYNAKLARIN YÖNETİMİ KİMİN ELİNDE
En başta bankalar, bankalarımızın şu anda %80’e yakını yabancı yönetimine geçmiş durumda. Buna borsayı, sigorta şirketlerini ekleyiniz. En sade mantıkla bakıldığında ekonomi demek kaynak ve para yönetimi olduğuna göre, şu anda bizim kaynak yönetimi ve para yönetiminde ciddi bir sorunumuzun olduğu görülüyor.
İŞ KAPİTÜLASYONA GİDİYOR
Kaynaklarda ve parada yabancı yönetimi demek Osmanlı dönemindeki kapitülasyonların diğer adıdır, başka bir ülkede bulunan ekonomik gücün yönetimini ele geçirmiş olmak demektir. Sadece özelleştirilmiş olan bankaların geçen yılki kârının 13 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde nasıl zayıflatılmakta olduğumuz da açıkça görülüyor.
BANKA YABANCININ MEMURU BİZİM, FABRRİKA YABANCININ İŞÇİSİ BİZİ OLURSA
Buna limanları, madenleri, borsayı, sigorta şirketlerini, fabrikaları, deniz ve havayollarını, Telecom gibi iletişim merkezlerini de ilave ettiğimizde kendi vatanımızda ev sahibi değil de kiracı ya da yabancının bankasında memur, fabrikasında işçi durumuna düşürüldüğümüz ortaya çıkıyor.
YERELDE YÖNETİM BİR TUZAK
Yine siyasetin almış olduğu karar ve yapmış olduğu uygulamalara bakıldığında ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye’nin, Doğu ve Güneydoğusu’nda yerel yönetimler eliyle merkezi yönetimden uzak bir yapıya dönüştürülmekte olduğu gözlerimizden kaçmıyor.
Uzun vadede bu siyaset bizi önce tampon yönetimlere sonra da ayrı bir devlet kurularak parçalanma sürecine doğru hızla sürükleyeceği kuvvetle muhtemeldir.
SEVR BİR BİZANS PROJESİDİR
Bu durdurulmaz ise, Türkiye, 1920’nin Sevr haritasında yer alan bir Ermeni-Kürt devletiyle yani Anadolu’nun Asya ile bağının kesilmesini amaçlayan bir tabloyla karşı karşıya kalabileceğini düşünmek bir kehanet olmayacaktır.
Bu yönüyle bu anlatılan iki sürece ve buna bağlı gelişmelere bakıldığından bu siyasetin Bizans siyasetiyle at başı gitmekte olduğunu da bize düşündürüyor.
BU MİLLETİN ADI VAR: TÜRK
Bunlara Anayasa’mızdan Türk, Atatürk ve Türk Milleti kavram ve değerlerinin çıkartılması yani yok edilmesi çabalarını, özel okullar eliyle özüne yabancılaştırılmaya çalışılan çocuklarımızı ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gayretlerini de eklediğinize tablo gözler önüne kendiliğinden seriliyor.
Peki bu irtica tartışmaları bu işin neresinde?
Bu siyasetin gidişatına bakıldığında, özelleştirmeler, etnik ve mezhepsel farklılıklarına yapılan vurgu, ayrıştırma ve kutuplaştırma siyaseti, BOP’un siyasi ve silahlı ayaklarına destek anlamındaki uygulamalar, Suriye devletini desteklemek yerine Esad düşmanlığı üzerinden siyaset, özel okullar, 4.5 milyon sığınmacı, bu sayılanlar arasında irtica görülmüyor.
Görülen ne?
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığına karşı sessizlik hatta destek.
Satılan ne?
Atatürk ve Cumhuriyetin kazandırdıkları.
Ayrıştırılan ne?
Atatürk Cumhuriyetinde bir bütün olan insanlar?
Peki irtica bunun neresinde?
Mesele şu;
Türkiye’de irtica denildiği zaman dindar insanlar akla getiriliyor daha doğrusu akla getirilmesini sağlanıyor. Bu bir manipülasyon, bu bir algı operasyonu. Oysaki dindar insanlarımızın Cumhuriyet ve Atatürk değerleriyle bir sorunu olduğunu asla düşünmüyorum, bakınız Anıtkabir’i ziyarete gelen insanlarımıza…
Peki bu algı operasyonu neden yapıldı neden hala yapılıyor?
Bu bir olan insanlarımızı ayrıştırmak için manevra, kutuplaştırmak için bir taktik. İmam Hatip okullarını verilen desteği bu çerçevede görebiliriz.
İNANÇLARIMIZ ÜZERİNDE OYNANIYOR
Bu oy alıp iktidar olabilmek için uygulanan bire teo-strateji.
Teo-strateji nedir;
İnsanların inanç ve düşünce biçimleri üzerinde oynayarak bunu siyasi güce dönüştürme sanatı. İşte bugün Türkiye’de yapılan budur, teo-stratejik bir oyunla insanlarımız kutuplaştırılıyor, arka bahçeler kuruluyor, oy alınıyor ve iktidar olunuyor.
Öyle ya Türkiye’de hani siyaset ‘Ben İsrail’i destekliyorum’ dese oy alabilir ki?
Türkiye’de hangi siyaset ‘Ben Haçlı siyasetini destekliyorum’ dese oy alabilir ki?
İşte bugünkü siyasetin ardında yatan irtica oyunu böyle bir şey…
BU OYUN NASIL BOZULABİLİR
Siyasetin gidişatını İslam ve dindarlık üzerinde eleştirmek bu ülkede fayda getirmez aksine insanlarımızın aklı karışıyor. Bu da siyasete ‘bunlar dinsiz’ deme fırsatını veriyor ve bunun da etkili olduğu açık görülüyor.
Eğer ki bu oyun bozulmak isteniyorsa, siyasetin aldığı karar ve yaptığı uygulamaların sonuçları halka anlatılmalıdır. Bu da sadece laiklik elden gidiyor şeklinde değil, Patrikhane Vatikan gibi bir statü alırsa, Heybeli ada Ruhban Okulu açılırsa sonuçları ne olur, onun halka anlatılması şeklinde olmalıdır.
Benzer şekilde, sığınmacılar sorun yaratıyor şeklinde değil, sığınmacılar neden ülkemize getirildi, bunun altındaki plan ve proje nedir şeklinde olmalıdır. Özellikle bu sığınmacı projesi altında Ermenistan’ın Türkiye’den toprak ve tazminat talebi arasında bir bağ var mı, halkımız bunu öğrenmelidir.
Bakınız Türk Kürt diye Alevi Sünni diye ayrıştırmaya.. Bu ayrışma neden yapılıyor, halk bilmeli.
Bakınız özelleştirmelere.. bu kaynak yönetimi neden yabancılara devrediliyor, halk bilmeli.
Bakını özel okullara.. çocuklarımızın akıl yönetimi neden özele veriliyor, hepimiz bunu bilmeliyiz.
Ve Anayasa..
Mevcut Anayasa hükümlerinin uygulanmadığı bir ortamda, bu siyaset neden illaki yeni anayasa diyor, bu açıklanmalı.
Anayasa üzerinden tartışılan meselenin sadece Türk kimliği ile ilgili olmadığı, bunun altında yatan Bizans rüzgarının estiğini halk görmeli ki, meselenin şeriat olmadığını, İslam Devleti kurmak olmadığını, din üzerinden rant devşirilerek insanlarımızın Allah adıyla aldatılmak istendiğini anlayabilelim.
Bu yapılmaz ise ne olur?
Bu bizi nereye götürür?
Eğer bu siyaset değiştirilmez ise Türkiye başlangıç olarak serbest bölgeye dönüştürülüyor; çok kimlikli aslında öz kimliği olmayan, çok tarihli ama özünde tarihi olmayan, çok dinli aslında öz inancını kaybetmiş, parayı verenin Anadolu’da her kaynağı, insan, ekonomik, tarımsal vs. yönetebildiği serbest bir ülkeye doğru sürükleniyoruz.
Böyle bir serbest bölgede fakirliğimizden dolayı sermaye gücü bizde olmayacağı için, her şeyin yönetimi Bizans denilen Haçlı yabancıların eline geçmiş olacağı da unutulmamalı.
Türkiye bu siyasetle öyle bir nokta sürüklenecektir ki, ‘Ne Mutlu Türk’üm’ diyenlerle birlikte Anadolu’daki Türk tarih ve medeniyetinin de yaşama şansının olmayacağı bir akıntıya doğru sürükleniyoruz.
Bunu söyleyen biz değil Türk ve dünya tarihidir.
Peki, buna izin verilecek midir?
Ülkemiz koşullarında yeni doğmuş bir bebeğin kendi kaderini kendisinin belirleme gibi bir gücü yoktur. Bu kaderi etkileyecek tek güç devlettir. Eğer ki devlet ülkemizin öz kaynaklarını en ekonomik şekilde kullanarak güçlenirse, ailelere sağlayacağı imkânlar artacak ve doğan her bebek borçlu değil alacaklı olarak doğacaktır.
Devlet sosyal, kültürel, eğitim ve öğretim gibi çocukluk dönemimizi şekillendiren alanlarda ailelere ne ölçüde imkân sağlarsa bir çocuğun yetişme dönemleri de o denli güçlü ve akılcı olacaktır kaderci değil. Güçlü bir çocukluk güçlü bir gençlik anlamındadır. Güçlü gençlik ise bir ülkenin ve milletin güçlü geleceği demektir.
Bakınız ordumuzun sloganına, “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye”.
Doğrudur savunma ve güvenlik alanında güçlü Türkiye, doğrudur.
Peki ya fakir aile ve çevrelerin kaderini tayin eden devlet güçlü olmaz ise, güçlü olmayan bir devlet nasıl güçlü bir ordu kuracak ve nasıl güçlü bir gençlik yetiştirebilecektir?
Dolayısıyla her şey bu coğrafyadaki devletimizin güçlü olmasına bağlı olarak gelişecek ve yoksulluk en başta kader olmaktan çıkarılacaktır.
Belki bu slogan “Güçlü Devlet, Güçlü Millet ve Güçlü Ordu” şeklinde yazılmış olsaydı Türkiye gerçeklerini daha açık ve net ifade etmiş olacaktı.
Çünkü gücün çıkış noktası devlettir ve devletin de temeli millete ve kaynaklarımıza dayanır, ekonomi ve insan. Gücünü milletiyle paylaşan bir devletin ordusu güçlü olacaktır, kaynağını insanıyla paylaşan bir devletin milleti de güçlü olacaktır.
İnsana olan sevgi ve iyilik düşüncesi yüreklerde yer ettiği zaman ve bu iki kutsal değer Allah’ın bahşettiği akıl gücüyle yola çıktığı zaman, inanınız güçlü olmak için hiçbir engel tanımayacaktır.
Bugün sorun kaynaklarımızın gücü olup olmadığında değildir.
Sorun milletimizin geleceğe bakış açısında da değildir.
Sorun devletimizi yöneten siyasettedir. Çünkü bu siyaset devletimizin gücünü iyi yönetemiyor, hatta zayıflamasına yol açan kararlar alıyor, uygulamalar yapıyor.
Devletimiz güçlü olmaz ise millet güçlü olamıyor, ordumuz da güçlü olamıyor…
Bu resimde bizim yerimiz, güçlü bir askeri kariyer sonrasında sivil yaşama geçerek işte tüm bunları sizlerin dikkatine sunabilmek olmuştur. Kıt kanaat bir yaşam sonrası üniforma giyerek iyi bir asker olanın sivile geçerek farklı bir alanda kamuoyu güveni sağlayabilmesi zordur. İyi bir askerin doğal bir emeklilik sonrasında bu noktaya ulaşabilmesi de zordur.
Türk Milleti, devleti ve çocuklarımızın geleceği bizim yazgımız olmuştur, o iyiye giderse eğer bu yazgının da iyi son bulacağından hiç kuşkumuz yoktur.
Gidişat kötü diyorsanız eğer bunu değiştirecek gücün bizde olduğuna da inanıyorum çünkü bu yaşamı iyiye götürmeyi amaçlayan ve bu uğurda mücadele edenler için Allah yanımızdadır ve her daim olacaktır.
İşte bizim yazgımız budur, ülkemiz ve çocuklarımızın geleceği için…
Kitap:
Türk Ordusu Nereye