Yazar

Arınç.. ‘Manisa’da Ne Oldu’

Aslında bu olay önemlidir ve üzerinde durulmalıdır.

Arınç annesinin evi üzerinden medyanın gündemine taşınan bu olay gerçekten çok önemli bir olaydır.

Şimdi biz anlatalım…

Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik sosyal bir hukuk devletidir. Devletin laik yapısı anayasal güvence altındadır. Din ve inanç özgürlüğü kapsamında din eğitimin nasıl ve ne şekilde verileceği yasalarla belirlenmiştir ve hiç kimse bu yasaların üstünde değildir.

Bu çerçeveden olaya bakıldığında,  Spil Dağı’nda yapılan aramada ele geçirilen belgeler illegal bir yapının, devletin anayasal düzenini ‘silahsız ama örgütlü’ olarak değiştirmek maksadıyla yurt içi ve dışında teşkilatlandığını açıkça gösteriyordu.

Atatürk dönemindeki Devrim Yasaları uygulanmış olsaydı, ilgili olanların hepsi izinsiz dini eğitim vermekten değil vatana ihanetten yargılanmış olacaklardı, çünkü o dönemin düşünce sisteminde cumhuriyeti ve anayasayı korumak böylesine önemli bir işti.

Buradaki mesele dini eğitim meselesi vermek de değildi.

Buradaki mesele dindar olduğuna sık sık vurgu yapan Arınç adlı TBMM Başkanı olan bir kişinin sırf dindar olduğu için üzerine gitmek meselesi de değildi.

Buradaki can alıcı nokta halkımızın kutsal din duygularının istismar edilerek siyasete alet edilmesi ve bu yolla cumhuriyet rejiminin değiştirilmeye çalışılması meselesiydi. 

Baksanıza şu Deniz Feneri olayına, Allah adıyla dindar halkımızdan toplanmış paraların ve bağışların nereye gitmiş olduğuna bir baksanıza, işte o zaman kutsal dinimizin nasıl siyasete alet edilerek çıkar sağlanmak istendiği görülecektir.

Ama ne yazık ki bu dindar kişinin iktidarda olan partisinin yarattığı hukukun özellikleri nedeniyle hala Deniz Feneri olayı aydınlanamamıştır. Olayı çözmek isteyen cumhuriyet savcıları görevlerinden alınmış, hatta yargılanmıştır.

Devrim Yasaları deyip geçmemeli, ümmetten ulus devlete, milli devlete geçişi sağlayan ve koruyan yasalardı bunlar ama artık bu yasalar geçmiyor ülkemizde, Özal devrinde, halkın kutsal dün duygularını suiistimal ederek devlete karşı örgütlenmeyi suç sayan ‘Hıyaneti Vataniye Kanunu’ kaldırıldı.

Bu Arınç olayı gerçekten çok önemli bir olaydı, çünkü soruşturmaya konu olan bu silahsız örgüt din kisvesi altında Türkiye’nin tüm illeri ve birçok ilçelerinde teşkilatlanmıştı. Haliliye Vakfı, Hilaliye Vakfı gibi çeşitli isimler altında ve çoğu dernek ve vakıf şeklinde örgütlendiği ortaya çıkmıştı.

Savcılığa intikal eden belgelerde hepsinin adresleri, sorumlu kişileri, telefonları, eğiticileri tek tek belliydi. Eğiticileri arasında Mısır’dan dahi görevlendirilmiş öğretmenler vardı.

Delillerin takdiri mahkemeye ait olmakla birlikte, uzun yıllar savcılıklarla birlikte çalışarak bilgi ve tecrübe kazanmış bir jandarma personelinin daha ilk bakışta, bu örgütün anayasal düzene karşı yapılanmış bir teşkilat olduğunu kavraması oldukça kolaydı.

Arınç evi hikayesi bir kenara bırakılıp savcılıklarca bu yapı üzerine gidilmesi gerekirdi ama olmadı, gidilmedi. Ankara merkezli bir soruşturma ekibi kurulup tek elden soruşturmanın yürütülmesi gerekirdi ama bu da yapılmadı.

Bizim tarafımızdan, konunun öneminin bilincinde olarak, devletin istihbarat ve asayiş kuruluşlarının harekete geçmesi için Türkiye’deki tüm jandarma teşkilatlarına durum bildirildi. Bu konu ile ilgili tüm bilgiler ulaştırıldı ama teşkilatlardaki yapısal sorunlar nedeniyle bu olay yine aydınlatılamadı.

Biz Manisa olarak böylesi bir soruşturmayı, yurt dışı ve yurt içi bağlantılı bir soruşturmayı, bir ucu siyasi iktidara dayanan bir soruşturmayı yürütebilir miydik?

 Hayır.

Biz il jandarma komutanı olarak tek başımıza ve kendi imkan kabiliyetlerimizle bu soruşturmayı Manisa’dan yürütemezdik, çünkü gücümüz yetmezdi personel, zaman ve mekan olarak. Düşünebiliyor musunuz aylar süreceği baştan belli olan bir soruşturmayı, asli görevlerini bir kenara bırakıp bir il jandarması nasıl yapacaktı ki?

Şimdi düşünüyoruz da o süreçte, Ankara’da Fettullah Gülen hakkında açılmış olan soruşturma ve yürütülmekte olan yargılamaya bu dosya zamanında dahil edilmiş olsaydı, belki de verilmiş kararlar şimdikinden oldukça farklı olacaktı.

Yurt dışı ve yurt içindeki bu merkezlerin hepsinde arama yapılıp elde edilecek belgeler ışığında gerçek ne ise ortaya çıkarılmış olsaydı, Gülen örgütü bugünkü gibi devlet içinde devlet olamayacaktı, ama yapılmadı.

Şimdi bu dosya hala Manisa adliyesindedir ve orada kalmıştır.

Dosya kaynağı; Manisa Sulh Ceza Mahkemesi’nin 5 Temmuz 2003 gün ve 2003/502 sayılı müteferrik kararının ardında bulunmaktadır. Bu dosyanın akıbeti hala tarafımızdan bilinmemektedir.

Eğer ki içindeki belgeler yok edilmediyse hala geç kalınmış değildir, AKP hükümeti ve özel hukuku engelleme yapmaz ise hala gerçeğe ulaşmak için izlenecek yollar vardır.

Kimdir bunlar, ne amaçla örgütlenmiş, ne amaçla böylesi geniş bir alanda teşkilatlanmıştır, açığa çıkarılmalıdır. Nasıl bir örgüttür ki bunlar bir eli Mısır’da diğer eli Azerbaycan’dadır, aydınlatılmalıdır.

Arınç’ın annesinin evine gelince, arama kararı veren mahkeme Arınç’ın olası müdahalesi sonucu verilmiş arama kararını iptal ettiğinden bu ev aranamamıştır, yetki verilmiş olsaydı yapılacaktı ama olmadı.

Bu arama, konunun merkezinde Arınç olduğu için değil merkezinde suç olduğu için yapılmış olacaktı ama yapılamadı.

Çünkü bir ülkede yasa hakimiyeti varsa eğer, yasalar konuşacaktır ama bu olayda Arınç konuştu yasalar değil! 

Gerçek bu iken, bu gerçeği kamuoyu bilgisinden saklayan Arınç bir de saygısızlık etti, şahsımıza değil yaşadıklarımıza, terörle mücadeleyle geçen zorlu yaşantımıza, anılarımıza saygısızlık etti.

Bir televizyon kanalından yaptığı şu açıklamalara bir bakınız, yakışır mı bir devlet adamına. Bakınız ne diyor;

 “…Ancak Show TV’nin efsane albay diye şişirdiği bir insan var (Erdal Sarızeybek). Eruygur’un talimatı ile yaptı. Onun da kafasında öbür tarafa yaranmak, general olmak vardı. Kayseri’de Abdullah Bey’le, Manisa’da benle, başka yerlerde de bir başkası için sürekli istihbarat toplanıyor, incelemeler yapılıyordu. Daha fazlasını söyleyemem. İyileşsin ondan sonra söyleyeyim.” 

Bu sözler devlet adamı koltuğunu işgal eden bir şahsiyete yakışır mı?

Ne demektir ‘Manisa’da benle ilgili istihbarat toplanıyor!

Çıksın ve açık konuşsun, gerçeği anlatsın, ne için istihbarat yapılmış olduğu açıktır. Bir suç işleniyorsa eğer, Arınç ‘TBMM Başkanı’ diye bu yasal görevler yapılmayacak mıydı?

Öte yandan, ne demek ‘öte tarafa yaranmak’, ne demek ‘general olmak için’… 

Türk Ordusu’nda mesleki kariyerinin zirvesindeki bir subay tek bir olayla mı terfi ettiriliyor bu ülkede? Onun geçmişi yok mudur, uzun yıllara dayalı bir hizmeti yok mudur ki magazinvari bir olayla terfi ettirilsin!

Sonra ne demek ‘şişirilmiş’… Bir devlet adamı makamındaki bir kişi nasıl olur da bu lafları eder? Bir insanın geçmişte yaşamış olduğu ölüm pahası mücadeleleri böylesine hafife almaya nasıl kalkışabilir!

O dönemde medyadan bize geldiler ve Arınç’ın bu yakışıksız açıklamalarını bize sordular, bakınız ne cevap vermişiz medyaya :

“Arınç bir vekildir, asıl ve asil olan Halk’tır, çünkü vekili seçen halktır. Bir vekilin halktan birisi için saygı sınırlarını aşan bir biçimde söz söyleme hakkı yoktur, kaldı ki Arınç böylesi davranışları daha önce de sergilemiş, Manisa’da bir çiftçimize hakaret dolu sözler sarf etmeyi de bilmiştir. Şahsım hakkında sarf ettiği sözleri Arınç’ın saygı bilmez tutumunun bir ifadesi olarak görüyorum.

Bizler gibi en büyük serveti onur ve şerefi olan insanlar karşısında bir laf ederken haddini bilmeye davet ediyorum, eğer hala haddini bilmez söylemlerini sürdürmeye kalkışırsa, hukuk devletiyiz, hukuk yollarına başvurmasını da biliriz.”  

Biz daha tarihte Arınç’a cevabımızı vermiştik, şimdi de veriyoruz, alnımız açıktır.

Sonuç olarak..

 Arınç’la ilgili yapılan soruşturmaya ilişkin emir Şener Eruygur tarafından değil Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilmiştir. Soruşturma konusu Arınç’ın annesine ait bir apartmanda medrese usulü izinsiz dini eğitim yapılmasına ilişkindir.

Bu evin bir katı Akhisar Hilaliye Vakfına hibe edilmiş, diğer katları da aynı vakfa bedelsiz kiralanmış olduğu, dört ayrı dairenin medrese usulü eğitim amaçlı düzenlendiği tespit edilmiş ayrıca yurt içi ve yurt dışında şubelerinin bulunduğu da belirlenerek savcılık makamına arama için bildirilmiştir.

Başlangıçta arama izni veren yetkili mahkeme Arınç’ın olayı öğrenmesini müteakip nedense önceki kararını iptal etmiş dolayısıyla ev aranamamıştır.

Konuya ilişkin gelişmeler ve bilgiler Jandarma Genel Komutanlığına görev bağlantısı dolayısıyla bildirilmiştir.

Olay budur!..

Burada sorgulanması gereken Eruygur değil, bir dönemin Meclis Başkanı’nın annesine ait evde ne gibi bir eğitim yapıldığının ve bu evin yurt içi ve dışı şubelerle ve de Hilaliye Vakfı arasındaki bağlantının ne olduğudur.

Sayın Arınç Türk milletine karşı olan sorumluluğu çerçevesinde bu sorulara cevap vermelidir.  Bu süreç karanlık bir süreçtir, mutlak aydınlatılmalıdır.

Çünkü bu süreç, aynı zamanda Yalçın Tanfer adlı karanlık bir kişinin de ortaya çıktığı süreçtir.

Kimdir Bu Yalçın Tanfer?

Bülent Arınç’la bağlantısı var mıdır?

Kendi başımıza çok araştırdık bu Yalçın Tanfer’i, resmi olarak bu şahsın nasıl bir kişilik olduğunu sanırız bir tek Cemal Temizöz anlattı bize, hani şu olmayan silah, olmayan ceset üzerinden dokuz kez müebbet hapis cezasıyla yargılanan ve o dönemde cezaevinde tutuklu bulunan eski Tekirdağ Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz.

Bakın ne demiş bu Tanfer için :

‘’ Şahsın sürekli olarak belinde bir tabanca ile dolaştığı, ruhsatı olup olamadığının bilinmediği ve bu tabanca ile 1997-2000 yılları arasında Manisa il emniyet müdürlüğüne rahatça giriş çıkış yapabildiği, Manisa, Ankara ve Balıkesir il emniyet müdürlüğü yapmış olan Kemal İskender isimli kişiyle sıkı bir irtibatının olduğu ve önceki yıllarda Manisa Terörle mücadele şube müdürü olarak görevli başkomser Nazmi Aydoğan ile de sıkı irtibatının olduğu, kendisi sürekli olarak pamuk tüccarı ve üst düzey bir askeri yetkilinin yakını olarak tanıttığını…’’

Manisa’dan sonra ben Şanlıurfa İl Jandarma Komutanlığına atandım. Yalçın Tanfer burada yeniden ortaya çıktı, dolandırıcılıktan hakkında yasal işlem yapıldı ve yakalandı.

O da beni şikayet etti, bakınız kimlere; Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a, sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e ve derken TBMM Başkanı Bülent Arınç’a. 

Şikayeti ise kendisi ile yaptığımız ileri sürülen bir konuşmaya ve bu konuşmada sarf ettiğimizi iddia ettiği şu sözlere dayanıyordu:

’Yalçın kardeş, bak ben nelerle uğraşıyorum, burada benden evvel bir kurmay varmış, hiç bir şey yapmamış, rezil etmiş, bu kurmaylar bu işi bilmezler’’; “ Yalçın, seni çok araştırdım, Türkiye’deki Çerkezlerin çoğu seni çok seviyor, artık Türklüğe geç’’; ‘’Otur, ben emretmeden gidemezsin, bak dinle, bizim genel komutan çiçek ve ağaç işleriyle uğraşır jandarmalığı bilmez, bizi değil kurmayları sever, Nurettin Çakır Paşanın hanımı ressamdır, bizim yalaka jandarma subaylara resim satar’’ …

Ayrıca Bülent Arınç’a ayrıca yazdığı şikayet dilekçesinde de, bize bağlı jandarma tarafından küçük bir kız çocuğunu namaz kılarken dövüldüğü, eşinin başından başörtüsü çekilip alındığı ve AK’ye oy verdiği için kendisine hakaret edildiği ileri sürülüyordu.

Burada dikkat çekmeye çalıştığımız nokta, Yalçın Tanfer Bülent Arınç’ın annesi üzerine kayıtlı bir evin yasa dışı bir yapıyla ilgisinin araştırıldığı dönemde Manisa’da neden ortaya çıkmış oluşudur.

İkincisi ise bu Tanfer Şanlıurfa’ya gelerek neden peşimize düşmüştür.

Üçüncüsü de, yakalandığı zaman bizi üç ayrı makama şikayet ederek hakkımızda olağanüstü bir soruşturma açılmasını nasıl sağlamış ve bunun sonucunda bizi ağır hapis cezalarıyla karşı karşıya bırakabilmeyi nasıl başarabilmiştir?

Şikayet ettiği makamlar  Eruygur, Özkök ve Arınç’ın bulunduğu yüksek makamlardır. Arınç’la ilgili adli soruşturma yaptığımız dönemde bize destek vermiş olan Eruygur ve Özkök aleyhimize dönmüş, Arınç da bir ölçüde aleyhimizde yapılan soruşturmaya müdahil olmuştur.

İşte bu nedenlerle bu Yalçın Tanfer araştırmalı ve gerçek ne ise ortaya çıkmalıdır. Aksi halde bu karanlık ilişkiler bulutu devlet üzerinde kalacak ve gelecek nesillerimiz de bize kurulmuş olan böylesi tuzaklara her ana düşürülme risklerini taşıyacaklardır…

Yeniden dönelim Yalçın Tanfer’e..

Ben Yalçın Tanfer’i tanımazdım, ama isteğimiz dışında gelişen olaylar 2003 yılında tanıştırdı bizi, hepsini size önceden anlatmıştım[1].

Gerçek adı bu; Yalçın TANFER, Manisa ili Salihli ilçesi nüfusuna kayıtlı, Osman oğlu 1954 doğumlu. 1.75 boylarında, hafif kilolu, iri cüsseli, buğday tenli, siyah saçlı düzgün giyimli bir zat. Bir resmini anı olsun için, belgelerin başına koydum, unutulmasın için(Ya Gazi Paşa Duyarsa adlı kitaptan).

Giyimi, konuşması ve tavır ve hareketleriyle ilk görüşte bir müsteşar ya da üst düzey bir kamu görevlisi havasını veriyor. Kendinden emin, rahat bir havası var. Konuşmaları hep yüksek perdeden, her sözünde bir emniyet müdürü, bir general, bir bakanın adı geçiyor, ister istemez etkileniyor insan.

Bizim nasıl tanıştığımıza gelmeden önce onu tanıyan insanlar ne diyor onun için, izleyelim…

“Yalçın Tanfer ile ilk tanışmam, 1996 yılında Kırkağaç’ta alay komutanı iken olmuştur. Yalçın Tanfer’i emekli tuğgeneral Veli Küçük getirip tanıştırmıştır.[2] ifadesi emekli tuğgeneral İsmail Evci’ye ait.

2003 yılında bu kez Evci tarafından Yalçın bey(adından öyle bahsediyordu) bize gönderildiğine göre, demek ki Evci Paşam bu beyi yedi yıldır tanıyor. Bakın nasıl tanıyor Yalçın Bey’i:

“Bir keresinde, Yalçın Tanfer, Foça’da tugay komutanı iken “hayırlı olsun” demek için yanıma geldi. Bu sırada, kızımın Doğu Akdeniz Üniversitesi’ne girebilmesi için araştırma yapıyordum. Konuyu Yalçın Tanfer’e söylediğimde, beni telefonla KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu ile görüştürdü.”

Belki bu ifade sizi şaşırtabilir ama bizi asla, Yalçın Bey’i tanıdığınızda siz de bana hak vereceksiniz.

Evci’nin ifadesinde öyle bir bölüm var ki, belki bu sizi şaşırtabilir;

“Yalçın Tanfer’in eşinin akrabası olan Binbaşı Samit Toprak’a Yalçın Tanfer’i sordum. Samit Toprak, Yalçın Tanfer’in Genelkurmay Başkanı(Emekli Orgeneral Hilmi Özkök) ile ilişkisini teyit etmiş ve hatta Samit Toprak’ın kız kardeşinin işe alımı ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanı’nın devreye girdiğini duydum.”

İsmail Evci’nin ifadesi çok önemli bizim için, çünkü Yalçın Bey’in köstebek olduğunu hiç bilemedi ve onunla ilişkilerini, yıllarca bu gerçeği bilmeden, sürdürdü, sözleri saf ve samimi.

Bakın Evci Paşamın Yalçın Bey hakkındaki kanaatine:

“Yalçın Tanfer’i kendi anlatımlarına göre bu gözümüzde büyük komutanı(emekli orgeneral Hilmi Özkök) tanıyor, yoğun bir şekilde çalışıyor, vatanını milletini seven biri olarak görüyorduk. Her yere girip çıkan birisiydi. Hatta vücudunu açıp Suriye’de görev sırasında yaralandığını beyan ederek bana yara izlerini göstermişti. İster istemez bunları gördüğünüzde adama sevgi ve saygı duyuyorsunuz…” .

Bu ifadeyi okuyunca insan bazen kendinden bile şüpheye düşebiliyor, “acaba ben yanlış mı yapıyorum, bu Yalçın Bey gerçekten önemli bir şahsiyet olmasın sakın”, gibisinden kendinizi sorguluyorsunuz.

Böyle bir sorgulama yapıyorsanız eğer sakın ola kendinizi suçlamayın, doğaldır, onca tecrübemize rağmen biz bile zaman zaman kendimizi bu konuda sorgulamak zorunda kaldık, çünkü Yalçın bu, köstebek, başkası değil.

İsmail Evci Paşam mert ve dürüst bir insandır, kesinlikle Yalçın Tanfer’in gizli saklı işleriyle bir ilgisi olmadığına eminim.

Şanlıurfa’da bu Yalçın Bey yüzünden hakkımızda soruşturma açıldığında da olayları bire bir tüm gerçekliğiyle anlatan yegane insan Evci Paşam olmuştur.

Belki içinizden şu soruyu sorabilirsiniz bize; “nasıl oluyor da bir general bir köstebeğin farkına varamıyor”, diye.

Haklısınız, ama bu Yalçın Bey’i bir tanısanız siz, insanları ne şekilde aldatma yollarına başvurduğunu bir bilseniz, içi tuzak dolu senaryoları nasıl kaleme aldığına bir şahit olsanız, inanın, bize hak vereceksiniz, bu Yalçın tarafından aldatılan tüm kişilere hak vereceksiniz.

Çünkü Yalçın bu, köstebek…

Bu Yalçın yüzünden Evci Paşam da çok sıkıntı çekti, hatta onun yüzünden çok sevdiği mesleğinden ayrıldı, tıpkı bizim gibi. Foça Komando Tugay Komutanı iken, görev süresinin bir yıl uzatılacağına kesin gözüyle bakılırken, geriye dönüp bakmadı ve ayrıldı.

Üç kez resmen ifadeye çağrıldı Evci Paşam bu Yalçın Tanfer davasından. Birincisinde soruşturma heyetinde Tuğgeneral Levent Ersöz ile Albay Atilla Uğur vardı.

Size anlattıklarım bu ekibin Evci paşamdan aldığı ifadenin özetidir.

Daha iki ifadesi var, biri; İzmir askeri savcılığınca alınan ifadesi, diğeri ise; İstanbul 1 nci Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesinde alınan ifade. İzmir’de Askeri Savcığa verdiği beyanında ise Yalçın’ı şöyle anlatıyor Evci Paşam[3]:

“ Bu tanışmadan sonra Yalçın Tanfer isimli şahıs 2 ayda bir bazen ayda bir Manisa Kırkağaç’a gelerek beni ziyaret etti. Bu ziyaretleri sırasında Salihli’de üzüm ve çiftçilikle uğraştığını, ancak devlet adına haber alma ile ilgili bir takım faaliyetleri de yaptığını söyledi ve bazen konuşmalarımızda özellikle eski komutanlarım ile ilişkilerini, eski komutanlarımızın görev sırasındaki bir takım olaylarını bana ayrıntılarıyla anlattığı için ve anlatımlarını da vaki olaylara uygunluğunu gördüğümden dolayı anlatımlarını samimi buldum ve hakikaten devlet adına haber almada çalışabileceğini düşündüm. Bu nedenle kendisine doğal olarak güvendim.”

İsmail Evci Paşamın Yalçın’la ilgili son ifadesi ise İstanbul’da alındı.

Ona bu sıkıntıları yaşattığım için gerçekten çok üzgünüm, ama bu Yalçın bizi gerçekten öyle bir ateşe attı ki, yalanları ve dolanlarıyla ortalığı öylesine karıştırdı ki İsmail Paşamın tanıklığına başvurmaktan başka çaremiz kalmadı, varsa bir hatamız affetsin bizi.

Son ifadesi oldukça dikkat çekici, çünkü Evci Paşamı kızdırmış olmalılar ki, öylesine kibar öylesine saygılı bir insan dahi çileden çıkmış ve inanın bana, öfkesi ifadesine yansımış[4];

“Ben hiç zaman Yalçın Tanfer için doğrudan Genelkurmay Başkanı(Hilmi Özkök’ten bahsediyor)’nın adamı demedim. Ancak en büyük komutanımızın adamı dedim. Bunun da nedeni Genelkurmay Başkanımız da Manisalıydı, Yalçın Tanfer de Manisalıydı, her ikisi de Salihli ilçesindenmiş. Hatta Yalçın’ın anlattığına göre akrabaymışlar, gerek memleketinde gerekse Komutan(Hilmi Özkök)’ın evine rahatlıkla girip çıkıyormuş, benim burada vurgulamak istediğim Genelkurmay Başkanı ile bu ilişkisidir.”  

Yalçın Tanfer bambaşka bir kişilik, onu tanımak ve tanımlamak oldukça güç.

Urfa’da çok işler açtı başımıza, can derdine düştüğümüzden onun peşinden gidemedik, ah bir fırsat bulabilseydik, bu yaptıkları yanına kar kalmayacaktı.

Gerçi, yaklaşık on yıl ağır hapis cezası aldı ama olsun, onun yaptıklarının, onun insanlara çektirdiği eziyetlerin, onun insanların onur ve şerefini ayaklar altına lamaya kalkışmasının karşılığında bu ceza az bile, sadece yaptığı kötülükleri sayma cezası verilmiş olsaydı, inanın bu Yalçın bir daha hapisten çıkamayacaktı…

Yalçın Bey’in yalnızca askeri kişilerle görüştüğünü düşünmek yanlış olur, çünkü onun, Evci paşamın söylediği gibi, girip çıkmadığı yer kalmamış. Kaldırım kod adı verilen adli soruşturmada ifadesi alınan Rıfkı Özkaya da Yalçın Bey’i iyi tanır.

Urfa’da görüştüğümüz Rıfkı’nın anlatımları ise sizi başka diyarlara götürecek cinsten:

“Yine hatırladığım kadarıyla Yalçın Tanfer beni arayarak, büronun önünde inmemi istedi. Ankara emniyet Müdürü Kemal İskender’in yanına götüreceğim, seni tanıştıracağım, dedi. Ben de bunun üzerine büronun önünde indim ve bekledim. Citroen marka bir araçla geldiler ve büronun önünden alarak Ankara Emniyet Müdürlüğüne gittik. Bu esnada merhum Emniyet Müdürü Yalçın Tanfer’i ayakta karşıladı. Yalçıncığım nasılsın, diye hal hatır sordu. Ve bizi yemeğe davet etti.”

Yalçın Bey’in asker ve polis makamlarıyla görüşerek sadece itibar kazanmaya çalıştığını düşünmek de yanlış olur, çünkü operasyonel sahalara bile el attığı Rıfkı Özkaya’nın ifadesinden anlaşılıyor:

Bundan bir gün sonra da Selçuk bey beni telefonla arayarak; ”Ankara Emniyet Müdürlüğü bizim üç beş adamımızı almış ne yapabiliriz” diye sordu. Ben de hemen Yalçın Tanfer’i telefonla aradım ve telefonda Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün üç beş adamı aldığını ve yardımcı olmasını söyledim.

Kendisi bana, tamam hallederiz dedi ve bu telefondan yaklaşık yarım bir saat sonra Yalçın Tanfer tekrar beni aradı ve adamların serbest bırakılacağını söyledi. Bir müddet sonra Selçuk Bey beni aradı ve adamlarının serbest bırakıldığını ve teşekkür ederim dedi.

Bir müddet sonra Sedat Bucak beni yanına çağırdı, bana Yalçın Tanfer’i kastederek ”Rıfkı bu şerefsiz herifi derhal bul, bizim Selçuk’tan para almış muhtemelen Selçuk’u dolandırmış getirsin parasını iade etsin” dedi.”

Yalçın bizim ülkemizin bir gerçeğidir ve onun gibileri çoktur ülkemizde.

Aslında bu bir trajedidir; devletin resmi makamları ile halk arasındaki iletişim kopukluğu, hakkın daima bir aracı ile alınabileceğine ilişkin yaygın kanı, torpilsiz rüşvetsiz işlerin yürümeyeceğine olan inanç, bürokrasinin ağır işleyişi ve bu işleyişten dolayı kaybedilen haklar, üst düzey makamların halkı hiçe sayması ve daha birçok nedenler Yalçın Tanfer gibilerini ortaya çıkarmıştır.

Daha çok belge vardır Yalçın Tanfer hakkında; kiminde bir generaldir, kiminde MİT mensubudur, kiminde Güneydoğu Bölge İstihbarat sorumlusudur, ama hepsinin birleştiği tek nokta ise; hedef seçtiği kişileri hep devletin resmi makamlarını aldatarak elde ettiği iletişim sayesinde kullanmış olmasıdır.

Bu, olaya çok sade ve masum bir yaklaşımdır. Ama bu Yalçın’ın Ergenekon kod adı verilen soruşturmadaki rolünü öğrendiğinizde Yalçın Bey hakkındaki görüşleriniz değişecek ve bu köstebeğin hiç de göründüğü gibi olmadığını anlayacaksınız.

Şimdi sunacağımız bir belgede yazılanlar sanıyorum bizi doğruca Ergenekon kod adı verilen soruşturmaya doğru götürecektir. Şanlıurfa’da Hilmi Özkök adını kullanarak bölgeyi dolandıran Yalçın Tanfer hakkında bilgi toplamak üzere üç kişilik bir istihbarat timi Ege bölgesine gönderilmiştir.

Neden Ege bölgesi?

Çünkü Yalçın Bey Salihlilidir, ikinci eşi Konyalıdır, aldığımız bilgiler Doğu bölgemizi hariç tutarsak, genellikle İzmir, Manisa, Aydın, Muğla illerinde faaliyet göstermekte olduğunu işaret etmektedir. Yalçın Tanfer’i tanıyan birçok insanla karşılaşılmıştır, ama resmi ifade verene oldukça az rastlanılmıştır, kimi korkusundan, kimi başının belaya girebileceği endişesi taşıdığından.

Bununla birlikte Yalçın Bey hakkında istihbari bilgi veren, ancak tutanak altına imza atmaktan çekinen insanlar da ortaya çıkmıştır.

Şimdi açıklayacağımız bu belge Şanlıurfa mahkemelerine intikal etmiş olup, gizli bir belge değildir.

Kısacası bu kitapta devlet sırrı yoktur, askeri gizli belge yoktur, askeri sır hiç yoktur, bu konuda kimsenin de bir endişesi olmamalıdır. Olmamalıdır, çünkü Yalçın Tanfer hakkındaki tüm olaylar ve belgeler görevli ve yetkili mahkemelere intikal etmiş olup gizliliği kalmamıştır.

Daha da ötesini söyleyeyim; bu belgeler şimdi de Ergenekon kod adı ile yürütülen soruşturmanın 58 nci delil klasörüne de girmiştir.

Bunları neden anlatıyorum; bizi de izliyorlar, takip ediyorlar, yazdıklarımızı çizdiklerimizi araştırıyorlar, bunları yapanlar gönlünü rahat tutsun, biz de suç olmaz, gizli saklı iş olmaz.

Biz yasaları iyi biliriz ve konusu suç olan işleri yapmaktan çekiniriz, devlete, yasalara, hak ve hukuka olan saygımız gereği…

Elimizdeki bu belgede Yalçın Tanfer hakkında detaylı bilgiye sahip iki kişi var; biri Barış Önaydın, diğeri ise Özkan Tarhan. Önce Barış Önaydın’ın  beyanlarını içeren istihbarat tutanağına bir bakalım[5]:

“2002 yaz aylarında 3 defa Tansu Çiller’in yanına birlikte gittiklerini, kendilerini Tansu Çiller’in korumalarından Nalan Hanım, Mete bey ve Cengiz bey ile dışarıda birlikte olduğunu, Yalçın Tanfer ile Tansu Çiller beraber olduklarını, Yalçın Tanfer ile Tansu Çiller’in samimi olduklarını ve kendisi ile direk görüştüklerini…”

“Ürdün Genelkurmay Başkanı Prens Ali’nin Türkiye’ye geldiğinde Yalçın Tanker’in Yüksel inşaat ve Aysel İnşaat firmalarının sahipleriyle birlikte Ürdün Genelkurmayı inşaat binası ve uydu inşaatı ihalesini aldıklarını bildiğini, hatta Aysel inşaat firması sahibinin Tansu Çiller’in Ankara’da bulunan evinin karşısında evinin olduğunu, burada Tansu Çiller ile görüştüklerini bildiğini..”

Özkan Tarkan’ın ise farklı bir anlatımı var:

“İbrahim Çiftçi isimli şahsın İzmir ili Ödemiş ilçesinde Bozdoğan dinlenme tesislerinin sahibi olan ve aynı zamanda İzmir ilinde Efes otelinin yanında bulunan Çiftçi şirketler gurubunun sahibi olduğunu, Yalçın Tanker’in Çerkeş olduğunu ve kendisinin de Çerkeş olmasından dolayı tanıştıklarını..[6]

“2001 yılında Manisa’da oturan ismini bilmediği emekli bir general ile Yalçın Tanker’in görüştüğünü bildiğini, hatta bu paşa vasıtasıyla bir kez Konya’da bulunan Kompassan şirketinin genel müdürü olan Hacim Bayram ile Konya’da görüştüklerini bildiğini..”

Yalçın Tanfer ile Ergenekon kod adı verilen soruşturmayla ilgisi ise resmen Cemal Temizöz tarafından, belki de bilmeden ortaya çıkarıldı.

Hatırlayacağınız üzere Cemal Temizöz Kayseri İl Jandarma Komutanı idi ve kısa bir önce İsveç’te yaşayan Abdulkadir Aygan isimli bir PKK’lının ihbarı üzerine soruşturmaya maruz kalmış ve tutuklanmıştı.

Tanfer’in Urfa macerasının geçtiği 2003 yılında Tekirdağ İl Jandarma Komutanı olan Albay Cemal Temizöz, bizim bilgi isteğimize karşılık vermiş olduğu cevapta Yalçın Tanfer’in İstanbul’daki soruşturmayla bağlantısını ilk ortaya çıkaran kişidir.

İşte size Temizöz’ün Urfa’daki Tanfer soruşturması için çektiği mesajdan kısa bir alıntı, belgesi size sunulmuştur[7]:

“Kemal İskender’in Manisa İl Emniyet müdürlüğü yapmış olduğu dönemlerde Yalçın Tanfer isimli şahısla samimiyetlerinden dolayı Türk Metal Sendikası Başkanı M. Ali Özaltın tarafından jandarma personeli ile tanıştırıldığını,

Yalçın Tanfer’in KKTC’ne yapılan devlet büyüklerinin katıldığı bir heyet gezisinde Kıbrıslı bir iş adamı ile heyet arasında irtibat kurmaya çalışıp iş adamından para istediğinin zaman içerisinde tanışmaya referans olan Manisa Türk Metal Sendikası Başkanı M. Ali Özaltın tarafından öğrenilerek jandarma personelinin bahse konu şahıs hakkında uyarıldığını…”

Bu belge bizim için önemlidir, çünkü Yalçın Tanfer ile M. Ali Özaltın arasındaki ilişkiyi ortaya çıkaran belgedir.

Özaltın İstanbul’da yürüyen soruşturmada tanıktır ve aynı soruşturma kapsamında tutuklu bulunan Mustafa Özbek hakkında da şikayetçi olan kişidir. Özaltın, aynı zamanda bizim hakkımızda “Özbek’le arası iyidir, maddi destek alır,” şeklinde yalan beyanda bulunan kişidir.

Böylesi bir kişinin köstebek Tanfer’le olan bağını görmemiz açısından önemli bir belgedir bu.

Bu belgeyi tanzim ederek olayı aydınlatan Albay Cemal Temizöz ise halen PKK’lı bir itirafçının iddiaları yüzünden tutukludur, hapistedir, kadere bakın…

Sadece Yalçın Tanfer’in Ergenekon kod adlı soruşturmada adı geçen yerleri işaretleyin ve onun adının geçtiği olayları mercek altına alın, göreceksiniz bu çalışma bile sizi bir takım sonuçlara ulaştıracak, hem de hiç beklenmedik sonuçlara.

Bize gelince, hep diyorum ya alın yazısı bu işte, değişmiyor hiç; yine Tanfer’le karşılaştık, yine soruşturmanın içine çekildik, yine mücadele hep mücadele…

Kitap: Ya Gazi Paşa Duyarsa


[1] Ya Gazi Paşa Duyarsa, anı, Erdal Sarızeybek, 2007, Pozitif Yayıncılık.

[2]: Tuğgeneral İsmail Evci’nin J. Gn. K.lığı Soruşturma Heyetince alınan 28 Ekim 2003 tarihli Beyan Tespit Tutanağı.

[3] Tuğgeneral İsmail Evci’nin İzmir Hava Eğitim K.lığı Askeri Savcılığınca alınan 12 Mart 2004 tarihli Hazırlık Soruşturması Tanık İfade Tutanağı.

[4] Tuğgeneral İsmail Evci’nin 1. Or. K.lığı As. Mah. Nin 12.11.2004 tarihli Duruşma Tutanağı.

[5] Şanlı Urfa İstihbarat Araştırma Ekibinin 29 Aralık 2003 tarihli Mülakat Tutanağı.

[6] Yazarın notu: İbrahim Çiftçi İzmir’de el bombası atılarak öldürüldü ve Sami Hoştan’ın bu konuda ifadesine başvuruldu.

[7] BELGE-6: Tekirdağ İl. J. K. Lığının 281624B EKİ 03 Günlü Mesajı.

Erdal SARIZEYBEK

Emekli Albay, araştırmacı yazar. Terör ve siyaset üzerine yayımlanmış 16 eseri bulunmaktadır.
Başa dön tuşu