Unutulanlar

Türk Ordusu Nereye?

Yıl 2019, 29 Mayıs…

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Irak’ın kuzeyi Hakurk bölgesinde yürütülen Pençe Harekatı’na ilişkin olarak, “Amacımız, ülkemize bu bölgeden mevcut terör tehdidinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır” dedi.

Hulusi Akar bir dönemin Genelkurmay Başkanı’ydı. Şimdi Milli Savunma Bakanı oldu.

Yani?

Her şeyi biliyordu…

Akar’ın ‘Irak kuzeyi dediği yer Barzani bölgesiydi, Hakurk dediği yer de babası Molla Mustafa’nın İngiliz Kraliyet Savaşa uçaklarına karşı yılarca direndiği alandı.

Akar ’Bu bölgeden gelen terör tehdidini ortadan kaldıracağız’ diyordu ama doğruları söylemiyordu…

****

Şimdi yıl 2012, 29 Şubat…

–           Şikayetçiyim dedim.

Yer İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı… Şaşırdı, kimden diye sordu.

–           Başbakan’dan dedim.

–           Hangi Başbakan’dan, dedi.

–           Recep Tayyip Erdoğan’dan, dedim.

–           Bunu yazmayalım, siz sonra ayrı bir dilekçe yazarsınız, dedi.

Ardından ‘başka ne biliyorsunuz’ diyerek yeniden sormaya koyuldu…

*****

Sizin de bir yaşamınız oldu, benim de.

Sizin de hayalleriniz vardı, benim de.

Siz de geleceğe umutla bakabilmek, kendinize ve ailenize iyi bir gelecek hazırlayabilmek için çabaladınız, ben de öyle. Düş kırıklarınız, iyi ve kötü günleriniz mutlaka olmuştur, bende de aynısı inanın.

Mutluluğumuzda ‘bu ne güzel hayat’; acıları yaşar iken ‘bu nasıl kader’ dediğimiz çok günler oldu, aylar oldu yıllar oldu…  

Şimdi düşünüyorum da ben hep bu ince çizgi üzerinde bir o yana bir bu yana savrulmuşum öyle ki mutluluk nedir acı nedir unutmuşum.

Ben de bir farklılık görüyorsanız eğer belki de mesele ölümde çünkü çok çıktı karşıma. Ve bu da beni ölüm ve yaşam arasındaki yolculukta çok etkiledi, alıp beni artık geri dönüşü olmayan uçlara götürdü. Belki de geçmişte aldığım kararların kimini ölüme kimini yeniden doğuşa sürüklediğini görmüş olmak beni yürekten vurdu.

Benim de hayallerim vardı tıpkı sizin gibi. Ama şimdi hiçbir şey eskisi gelmiyor bana. Belli ki bir şeyler değişmiş ve ben bunu gözden kaçırmışım.

Peki değişen ne? Gözden kaçırdığım ne?

Belli ki bugün bir farklılık var, belki de bu doğal çünkü beni, ailemi ve çocuklarımı şekillendiren askerlik mesleğinin özellikleri ve şimdi dahi hiçbir askere tevdi edilmeyen öylesi ağır görevlerin geçmişte bir avuç Türk subayının omzuna yüklenmiş olmasının bir sonucu olabilir bu.

Evet, asker olmayı ben seçtim. ‘Pişman mısın’ deseniz, hayır değilim. Ömrü geriye sarmak mümkün olabilse, yine asker olurdum.

Ben askeri Liseye girdiğimde ondört yaşındaydım. 60’lı yıllara dönüp bir bakınız, o yılların biz çocukları savrulduk, nedeni biz olmadığımız koşullar bizi askerliğe kimini de farklı bir yöne aldı gitti.

 Sonrasında gelişen olaylar, yine nedeni biz olmadığımız olaylar sürükledi bizi kendi mecrasına…

Kimi sessiz kaldı, her şart ve koşulu kabullendi, kimi ise ‘değiştirebilirim’ umuduyla öne atıldı. Bugün bile öyle değil mi; kimi akıntıya kapılmış gidiyor kimi ise ‘başaracağım’ umuduyla hala kürek çekiyor…

Bizim nesil yani 60’li yılların çocukları Türk tarihinde ayrı bir sayfada yer alacak, hiç şüphem yok.

Çünkü bugün ülkemizde yaşanan sürecin geçmişinde bizim nesil var; terör, şehitler, etnik ve mezhepsel ayrımcılık, kutuplaştırma, kamu mallarının satışı, özelleştirme, sığınmacılar, Körfez savaşları, Çekiç Güç, Özal, Çiller, Erdoğan… aklınıza geleni sayın, sürecin başı da bizde hala devam eden yönü de bizim nesilde…

Elbette bu demek değil ki ülkeyi ve milleti bu duruma bizim nesil sürükledi, hayır!..

Biz de kendimizi daha genç yaşımızda bugünlere yolaçan iç ve dış politik manevraların tam ortasında bulduk.

Örneğin; terörü biz yaratmadık ama teröre karşı ilk mücadele bize düştü hala da sürüyor… Kaçakçılığı da biz yaratmadık ama işin mücadelesi yine bize düştü. Köyümüz, köylümüz, askerimiz, insanımızı da biz ateşe atmadık ancak kendi irademiz dışında yakılan bu ateşin tam ortasına atıldık ve söndürebilmek için verilen uğraşta çok canımız yandı.

Adına terör denilen bu karşı mücadelede ölümcül koşulları biz koymadık ancak hep uçlarda görev yapmak neredeyse bir yaşam biçimi oldu bizim için.

İşte bu noktada durumdan vazife çıkararak öne ama çok öne atıldığımız anlar oldu.

Ve attığımız her adım bizi daha da ileri uçlara taşıdı ve biz hiç geri dönmedik, hep uçlarda yaşadık hala da yaşıyoruz…

Tercih bizimdi, şikayetimiz yok, bizi biz yapan değerlerimiz var, uçlarda yaşamayı biz seçtik. Ama bugüne baktığımda, koşulları ölümcül hale getirmiş olan kişilerin ülke yönetiminde nasıl öne çıktığını gördüğümde, bize yaşatılanları düşünmeden edemiyorum ve ‘Neden’ diye sormaya başlıyorum kendime…

 Ömür merdiveninin son basamaklarını ağır ağır çıktığım bugünlerde tekrar geriye dönüp

anlamak istiyorum ve anlatmak istiyorum hangi gücün bizi bu çizgi ötesi sınırlara taşımış olduğunu…

Hangi gücün bizi sınırlarımızı aşmaya zorlamış olduğunu konuşmak istiyorum.

Kendime sıkça sorduğum soru şu; ‘bugünleri acaba biz kendi ellerimizle hazırladık’ diyorum. Sorumlusu biz olmasak da ‘acaba ülkemizi yönetenler bizi bir tuzağa çekti de biz mi göremedik’ diyorum. Bu sorulara bir cevap arıyorum…

Cevabını bulduklarım var hala aradıklarım da var ama nereden bakarsam bakayım, son noktada alın yazısını da düşünmeden geçmek mümkün olmuyor.

Cevabı bulunamayan her soruda kader geliyor aklımıza. Ama bu kez de kaderini sorgulamaya başlıyor insan. Eğer ki kaderse bu yaşadıklarımız, bir sözümüz yok, alıştıracağız kendimizi geçmişimize, nasıl olsa yazanı biz değiliz, diyeceğiz. Ama ya kaderi belirlemek gücü elimizdeydi de biz bu gücü göremediysek!

İşte bu noktada aklım karışıyor…

Çünkü ya var olan gücümüzü yönetemediğimiz için hem bizim hem de başkalarının kaderlerini değiştirmiş isek?

Peki ya bugünü yazan da biz yaşayan da biz isek ne diyeceğiz o zaman?

İşte bu düşünceler içindeyim, paylaşmak istiyorum, geçmişi değil geleceği…

Öyle ya en büyük ulusal gücümüz Türk Ordusundan bahsediyoruz, geleceğimize yön veren en yüksek siyaset yapıcılarından söz ediyoruz. Burada ömrünü geleceğimize vakfetmiş bir yüreğin kalp çırpınışlarını dinliyoruz.

Koşullar belli, hal ve gidişat belli, böylesi bir ortamda özeleştiri de olsa gerçeği yazmanın kolay olmadığının farkındayım. Ama biz öylesi bir sınıra dayanmışız ki geleceğe umutla bakabilmek için gösterdiğimiz her çaba bize güç veriyor, umut veriyor, belki de en önemlisi yolumuzu aydınlatarak çıkış yolunu bize gösteriyor…

Her hal ve şartta bu öz eleştiri yapılmalı, hepimiz için.

Devletimizi yönetenler bu yaşanılanlardan gerekli dersi almalı ve geleceğe güvenle bakabilmemizi sağlamak adına yola koyulmalı, çünkü bu ömrün boşa geçmiş olduğunu kabul etmeyecektir bu yürek….

Tam 30 yıl ülkeme ve milletime onurla hizmet etmiş olmanın gururunu yaşayan emekli bir Türk subayıyım….

50 kişilik karakola 500 teröristin saldırdığını gördüm ben. Tek adım bile geri atmadık. Biz devletimizin gücüne hep inandık. En zor anlarda dahi yüreğim rahat çarpıyordu

Ama ya şimdi?

Ağır bir yük var omuzlarımda, yüreğime baskı yapıyor, nefes almakta bile zorlanıyorum. Neden bu sıkıntı, diye kendime soruyorum…

Sıkıntının kaynağında 30 yıl şerefle hizmet ettiğim Türk Ordusu yatıyor. On dört yaşındaki tıpkı benim yıllar öncesi olduğum gibi öğrenciler hapse atılıyor ve Genelkurmay bir açıklama yapmıyor.

Bugün Türk Ordusu baştan ayağı değişiyor ama kimseden ses çıkmıyor, neden?

Yüreğime baskı yapan endişenin kaynağı işte bu, neden bu sessizlik?

Neler Oluyor:

 “15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra, orduda en büyük darbeyi komuta kademesi aldı! Ordunun komuta yapısı, disiplini ve hiyerarşisi bozuldu! Silah arkadaşlığı ve güven tamamen bitti! Bu olumsuz ortama dayanamayan birçok tecrübeli subay ve astsubay, emekli olarak ordudan ayrılmayı seçti.

Askeri okullar kapatıldı!

Askeri liseler ve sınıf okulları, bomboş vaziyette çürümeye terk edildi!

Akıllara zarar bir karar alınarak, askeri sağlık sistemi kökünden kazındı!

Öyle ki, bugün Türk Ordusu’ndaki atların ve köpeklerin dahi kendi hekimleri (veterinerleri) varken, çarpışan Mehmetçiklerin askeri hekimleri yoktur. Çatışma sahalarından gelen bilgilere göre, ölümlerin önemli bir kısmı ne yazık ki kan kaybından olmaktadır!

Jandarma, organik olarak Silahlı Kuvvetlerden kopartıldı!

Deniz Kuvvetleri dışındaki kara ve hava ordularımız, çok uzun zamandır büyük ve müşterek tatbikatlar yapmıyor!

Harp Akademileri kapatıldı!.

Diğer yandan, orduya vereceği büyük zarardan başka hiçbir yararı olmayacak olan, ‘Yedek Astsubaylık’ sistemi getiriliyor.

Ülkemizin en önemli harp sanayi tesislerinden biri olan Tank Palet Fabrikası yabancılara satıldı!

Şimdi de sıra askerlik sistemine geldi. Eğer tasarı kanunlaşırsa; bedelli askerlik daimi hale gelirken, askerlik süresi de 6 aya indirilecek. Silah altındaki birçok Mehmetçik derhal terhis edilecek! Kışlalar ise, neredeyse yarı yarıya boşaltılmış olacak!“[1]

Mesele işte bu…

Türk Ordusunda bir şeyler oluyor. Bu ‘bir şeylerin’ ne olduğunun açıklanması gerekiyor.

Bu noktada bir Genelkurmay Başkanının ortaya çıkıp da ‘ben siyasetin emrindeyim’ ‘ne derlerse yaparım’ gibisinden konuşması, bu sessizliği izah etmiyor. Çünkü siyasetin emrinde olmak başka şey, bu siyasete gözü kapalı biat etme başka bir şey.

Yapılan işler Türk Ordusunun gücünü zayıflatır mahiyette ise bu sadece hükümet ve Genel Kurmayı değil hepimizi ilgilendirir. Çünkü bu ülkenin jeo-stratejik bir hassasiyeti var ve bu hassasiyet çok güçlü bir ordunun varlığına ihtiyaç duyuyor.  

Bu güç olmaz ise biz nasıl var oluruz?

Konumuz bu zaten…

15 Temmuz sonrası orduda yapılan bu değişim bize güç mü veriyor yoksa zayıflatıyor mu? Örneğin; askeri liselerin kapatılması, askeri hastanelerin kapatılması, Harp Akademilerinin kapatılması, Türk Ordusunun ayrılmaz bir parçası olan Jandarmanın İçişleri Bakanlığına bağlanmasının anlamı nedir?

Peki ya bu noktada Bülent Arınç’a ne demeli?

Darbe girişimi sonrasında ortaya çıkıp “Şunu açıkça söylüyorum, bunu ben darbe gecesi öğrenmiş olmakla, ‘yahu ne kadar ahmakmışsın, bunu herkes söylüyordu’ diyebilirler. Silahlı terör örgütünün Fethullahçı olması, o gece ortaya çıkan bir olaydır. Ben o gece öğrenmiş olabilirim ama sayın Cumhurbaşkanımız da o gece öğrendi. Genelkurmay Başkanımız da o gece öğrendi. Onların bilmediklerini ben nasıl bilebilirim?” demekle neyi kastediyor?

Arınç’ın bu açıklamasında çok ağır bir gönderme var; ‘ben o gece bunu öğrendiğim için bana ahmak diyebilirsiniz ama onlar da o gece öğrendi ‘diyor.

Yani?…

Sonuç olarak, gördüğüm manzaradan yüreğim rahat değil. Terörün zirve yaptığı dönemlerde de dahi, yüz kişilik bir karakola beş yüzden fazla terörist saldırdığında dahi kalbime böylesi ağır bir yük hiç oturmamıştı.

‘Bir sorun’ var diyorum kendi kendime ve bu sorunu çözebilmek adına dünden bugüne neler yaşandığını anlatmak istiyorum, gelecek nesillere umut dolu bir mesaj verebilmek için…

Size bu satırları yazarken bile şaşıyorum yaşadıklarıma, bize yaşatılanlara, ‘gerçekten alın yazımız önceden çizilmiş miydi’ diyorum. Gözlerimin önünden geçiyor koca bir ömür ve yine soruyorum kendime, ‘bu gerçekten kader mi’ diye. Ölüme bir adım kala ölümü, amansız bir mücadelede korkuyu ve aklın ötesinde kurgulanmış engelleri aşabilmek… bu nasıl bir güçtür, diyorum ve bu güç kimdedir, diye soruyorum.

Bu kitabı farklı bulabilirsiniz; terör-baskın-pusu-şehit- kaçakçılık-siyaset-asker-yargı gibi olaylardan uzak değil ama daha çok bize yakın, iç dünyamıza. Olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerimizi, en önemlisi her yol ayrımındaki karar anımızı sorgulayan bir kitap. Karar mekanizmalarında görev alacaklar için ibret verici vesikalarla dolu bir kitap.

‘Neden siz’ derseniz, yaşam her insanın karşısına bizimki gibi karşıt ve keskin yol ayrımlarını pek çıkarmıyor, diğerlerinden belki de farkımız bu bizim.

Bu kitabı yakın tarihimizdeki asker-siyaset-terör karanlığını aydınlatabilmek için yazıyorum sizlere ne bir romandır ne de anı, sade bir yaşam öyküsü.

Her satırın bir ışık olması için yazıyorum ne bir itiraf ne de pişmanlıktır, salt gerçeğin sade bir resmi.

Çocuklarımız için yazıyorum, yakın tarihimizden ders alıp devletimizi iyi yönetmeleri için ne bir kehanettir ne de bir fal, yakın bir tarihin bilinmeyen yönleri.

Size bir ömrü anlatacağım, soracaksınız kendinize ‘alın yazısı mı bu’ diye.

Size bir yaşamda geçen olağanüstülükleri anlatacağım ve siz karar vereceksiniz ‘bu kader mi’ diye.

Ama her hal ve şartta bir güç var bu gerçek hem de akıl ötesi bir güç, peki ama bu güç kimde?

Bunun cevabını verebilmek için yazıyorum.

Erdal Sarızeybek

Türk Ordusu Nereye/ Ankara, Haziran 2019


[1] Yavuz Selim Demirağ, ‘ Türkiye’yi işgale mi hazırlıyorlar? Başlıklı köşe yazısı, Yeniçağ Gazetesi, 30 Mayıs 2019.

Ğ

Erdal SARIZEYBEK

Emekli Albay, araştırmacı yazar. Terör ve siyaset üzerine yayımlanmış 16 eseri bulunmaktadır.
Başa dön tuşu