Yazar

Yakın Türk Tarihi.. ‘Özal’dan Bugüne’

Şimdi yıl 2023…

Son yüz yıl boyunca Türkiye’yi hedef almış iki ayrı küresel ve iç siyasetin varlığını bu tabloda gördük: İlki, İngilizlerin Sion planı; diğeri de tarikat şeyhlerinin izlediği siyaset.

Sion planı, Müslüman coğrafyanın tam kalbi olan ve hem Hristiyan hem de Musevi alemince kutsal sayılan topraklar üzerinde bir İsrail devletinin kurulması, yaşatılması ve ABD ve İngilizlerin Ortadoğu’da köprübaşı tesis edilmesi amacı ekseninde işletiliyor.

Bu noktada mesele bir Yahudi-Müslüman çatışması olarak değil, Roma uygarlığı üzerine oturmuş bir Batı’nın bu coğrafyadaki küresel çıkarları temelinde sahneleniyor. Ancak konu Anadolu’nun eski sahipleri Roma’ya geldiğinde doğal olarak Türk varlığı ve devletinin hedef alınması kaçınılmaz bir tarihi gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Ne de olsa halen karşımızda hala bir eski Bizans meselesi var…

Bu anlamda İngilizler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milleti, Türk Ordusu ve Cumhuriyeti bu tabloda nasıl görüyor?

Her şeyden önce 1071’de Türk Ordularına yenilmişlerdi, 1922’de yine yenildiler.

Bu resme Çanakkale’yi koyalım…

 Kut’ül Ammare’de esir alınan İngiliz tugayını da ekleyelim…

Şimdi üzerinde güneşin batmadığı söylenen şu İngiliz İmparatorluğunun halini bir düşünün…

İngilizler fena kırık!..

Bu resim, Haçlı seferleriyle başlayıp 9 Eylül’de İzmir’de son bulan savaşların büyük Roma krallığı açısından hüsran resmidir. Şimdi bu resme işin İsrail yönünü ekleyelim çünkü onlar da bu toprakların eski sahipleri olduklarını ileri sürüyorlar. İşin içine bir de kutsal kitabı karıştırıyorlar, orada yazılanlar doğruysa eğer.

Gelelim madalyonun öteki yüzüne..

Madalyonun öteki yüzünde Balfour deklarasyonu aynı zamanda Hristiyan alemiyle Musevilerin kurduğu ittifakın da bir ilanı oldu. Bu ittifak bugün daha çarpıcı bir biçimde ortaya çıktı; eski Ahit olarak bilinen Tevrat/Tanah ile yeni Ahit olarak bilinen İncil kutsal Kitap adıyla birleştirildi.

Oysaki Romalılar bir zamanlar Kudüs’ü yakmış yıkmış, bugün Ağlama Duvarı denilen tapınağı yok etmiş hatta tüm Yahudileri dünyaya dağıtmışlardı ama olsun, şimdi çıkarlar müşterekti, o yılar unutulmuştu.

Bu şekliyle kutsal ittifakın işte sahaya çıkış noktası 1917 oldu. İsrail devletinin kurulacağı ilan edildi ama ABD yardıma gelmeyince iş yattı ama bu küresel emeller hiç uyumadı…

1918’te Mondros yaşandı, Osmanlı fiilen yıkıldı ama Anadolu topyekun işgal edilemedi yani rövanş bir türlü alınamadı.

1920’de Sevr yaşandı, yerli işbirlikçiler harekete geçirildi ama işgal beklenen sonuca yine ulaşamadı, rövanş yine alınamadı.

İşte tam da böylesi bir süreçte Türk tarihi, Osmanlı’nın toprak verip bey yaptığı ağalarla Saray’a alıp başına taç ettiği Halidi şeyhlerinin akla hayale gelmeyen sinsi ittifaklarına ve Osmanlı’ya karşı İngilizlerle yaptıkları işbirliklerine sahne oldu.

Ve bu ittifak ve işbirliği Cumhuriyet’le birlikte devlete karşı isyanlara dönüştürüldü…

Şimdi bu tabloda, Türk Ordusunun Yunan’a karşı Ege bölgesinde verdiği bir ölüm kalım savaşı var iken, kalkıp da Koçgiri’de isyan çıkarmanın anlamı ne olabilir?

Yeni Cumhuriyet Musul’u İngilizlerden geri alabilmek için uluslararası arenada mücadele verirken, 1925’te, Diyarbakır’da, Hakkari’de hatta Şemdinli’de isyan çıkartmanın gerçek nedeni nereye bağlanabilir?

Hele ki…

Halkımızın kutsal din duygularını kötüye kullanarak otorite olmuş ve masum halkı devlete karşı isyana sürüklemiş olan bu tarikat şeyhleri ve feodal ağaların, tarihte ilk kez resmen ve alenen 1927’de Türk’ün varlığa karşı Ermeni Taşnak çetesiyle ittifak kurup örgütlenmesinin altında yatan asıl amaç ne olabilir?

Hep aynı kişilerin ve de hep aynı tarikat şeyhlerinin Taşnak çetesiyle bir olup Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı 1930’da, Ağrı’da yıllar süren isyanlarına ne anlam yüklenebilir?

Taşnak çetesinin kışkırtmalarıyla, uzun yıllar savaşmış ve anca nefes almaya çalışan ve halkın refah ve mutluluğu için çağdaş reformları hayata geçirmekte olan bir devlete karşı Tunceli’de neden ve ne amaçla isyan çıkartılabilir?

Şimdi biz tüm bu gerçekleri yok sayıp bu tarikat şeyhlerinin bu kalkışmalarındaki asıl niyetin Cumhuriyeti yıkıp şeriat devleti kurmak istediklerini mi düşüneceğiz yoksa din kisvesi altında Sion ve İngilizlere Anadolu’da kapı açmaya çalıştıklarını düşüneceğiz?

Peki, bu Molla Selim, Osmanlı Ruslara karşı savaşırken neden Bitlis’te isyan çıkarmıştı? Din devleti kurmak için mi yoksa Rus işgalini kolaylaştırmak için mi?

Peki, bu Şeyh Abdusselam Barzani, Osmanlı’nın birinci dünya harbine sürüklendiği yıllarda din devleti kurmak için mi isyan etmişti, bu amaçla mı Ruslarla ve İngilizlerle temas kurmuş, destek almıştı?

Buna karşılık…

Tarihte yaşanmış bir Türk-Kürt savaşı yok iken, binlerce yıldır bu kutsal topraklarda omuz omuza düşmana karşı savaşmış olan bir Türk bir Kürt gerçeği var iken bu tarikat şeyhlerinin ısrarla oyunu Kürtler üzerine kurmaya çalışmalarındaki niyet ve emel nereye bağlanabilir?

Tüm bunların altında Cumhuriyeti yıkıp yerine bir şeriat devleti kurmak niyetleri olduğu söylenebilir mi?

Türk’e karşı kurulmuş böylesi sinsi ittifaklar bu kutsal topraklarımızda tutmuyor, tutmadı da zaten… Halkımızın kutsal din duyguları devlete ve Cumhuriyet’e karşı kışkırtılmasına rağmen, Cumhuriyete kuranlar bu sinsi planın işletilmesine izin vermediler.

Öte yanda, İngilizler de bu emellerinden hiç vazgeçmediler…

Sonra İsrail çıktı, ardından ABD oyuna girdi. Şimdi Ruslar da tezgahın bir kenarından tuttu.

Bakın ne yaptılar?

Önce Cumhuriyetin bir dünya projesi olarak temelleri atılan pırıl pırıl kurumlarını ülkeyi yönetenlerin eliyle bir bir kapattılar hani şu ABD’nin Eğitim Komisyonu eliyle yapılanlarda olduğu gibi.

Sonra Cumhuriyet’e karşı İngilizlerle ittifak kurmuş hatta devlete karşı isyan çıkartmış olan şeyhlerin yeniden halk üzerinde otorite olmasının yolunu açtılar, Kur’an kurslarıyla, tarikatın tekkeleriyle hatta camilerle…

Üstüne…

Aynı tarikat ekseninde siyasetçi yetiştirmeye başladılar Özallar gibi…

Yetişen siyasetçileri iktidara taşımaya başladılar yine Özallar gibi…

Bu noktada Özal Türk tarihinde bir dönüm noktası oldu; 91 Körfez savaşında izlediği siyasetle 1920’nin Sevr’ine giden işgal planını yeniden tetikledi, Özerk Barzani gibi, sayıları onbinleri aşan PKK terör örgütü gibi. Çünkü bu son ikisi İngiliz Sion planının siyasi ve silahları ayaklarıydı.

İşte bugün..

Barzani bağımsız Kürdistan için referandum yapacağız dedi ama Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı da çıkıp ‘Irak’ın kuzeyinde ikinci bir İsrail kurulmasına izin vermeyeceğiz’ demedi mi! İşte mesele buydu.

İşin aslı daha iyi anlayabilmek için Özal üzerinde ısrarla durulması gerekiyor…

Özal gerçekten de İngilizlerin bu Sion planını sahada tetikleyen bir siyaset izledi.

Özal, Doğu ve Güneydoğu’da yanlış yönetim sonucu ortaya çıkan sorunların dünya kamuoyunca ‘bir Kürt Sorunu’ olarak algılanmasına yol açtı.

Bu zaten hala sürüyor, bir de üstüne Suriye eklendi…

Özal, ABD’ye verdiği destekle bir peşmerge olan Mesud Barzani’nin işte bu sözde Kürt sorununda siyasi bir lider olarak öne çıkmasına giden yolu açtı, o süreçte Barzani Irak kuzeyinde ‘Özerk Yönetim’ ilan etti. Özal da bunu tanıdı.

Uğradığımız ekonomik kayıplar bir yana Özal, destek verdiği ABD’nin eliyle yine Irak kuzeyinde sayıları onbinleri bulan bir terör örgütünün ortaya çıkarak Türkiye’yi tehdit edebilecek bir güce ulaşmasına kapı açtı.

Oysaki bu Barzani ve bu PKK, bugün Irak’ın da açıkladığı gibi İkinci İsrail’e giden İngiliz planının silahlı ve siyasi ayaklarıydı.

1991’den 2002’ye, oradan da bugünlere böyle geldik…

Türkiye, Erdoğan’ın Başbakan olmasıyla birlikte 2003 Körfez savaşıyla karşı karşıya kaldı. Ancak Erdoğan diğer siyasetçilere göre daha güçlüydü çünkü önünde ders çıkartılabilecek 91 Körfez savaşı ve sonuçları vardı…

Üstüne…

Ta 1979’dan bu yana teröristlerle dağlarda çatışa çatışa şehit pahasına elde edilmiş güçlü bir tecrübe, güçlü bir Türk Ordusu ve bu mücadelede belki de dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan yetişmiş bir polis ve jandarma özel harekat birlikleri vardı.

Dahası…

Türkiye’nin çok güçlü bir istihbaratı vardı, teröristlerin nerede ne yaptıkları hatta hangi patikalardan geçtiği dahi biliniyordu ve bu bilgiler gece gündüz arazi görev yapan birliklerimiz sayesinde elde edilmişti. 1999’da terör örgütünün başı ülkeye teslim edilmişti.

Öcalan davası başlatılmış ve örgütün hiç bilinmeyen gizli yönleri de açığa çıkarılmıştı..

Neydi bunlar?

En başta örgütün yurt dışındaki silahlı inleri nokta olarak belirlendi; Irak kuzeyindeki Hakurk, Basyan, Avaşin,  Zap ve daha güneydeki Kandil. Evlatlarımızı şehit eden bombaların, mermilerin, silahların nasıl satın alındığı açığa çıktı.

Örgütün bir kasası vardı, bu kasada yıllık bir milyar dolarlık para hareketi vardı ve bu kasa İsviçre’deydi. Örgütün sözde lider kadrosu isim isim yer yer öğrenildi; toplamda yaklaşık 300 kişiydi, 150’si Avrupa’da kalanı da Irak kuzeyindeydi.

Bu çerçevede bu teröristler Avrupa Birliğinin tüm ülkelerinde resmen cirit atıyorlardı. AB bir yana, İran ve Suriye de örgüte destek veriyordu.

Yani?

 2002’de tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin terörle mücadele için elinde büyük bir güç vardı; istihbarat ve tecrübeli yetişmiş özel birlikler. Gerçekten bu güç daha o zaman kullanılmış olsaydı bugün Türkiye ne Barzani’den ne de PKK terör örgütünden bahsediliyor olmayacaktı, ama bu büyük gücü kullanmadılar.

Örgütün Irak kuzeyinde bilinen inlerine harekatın yapılmasına izin vermediler ki bunu da Orgeneral Yaşar Büyükanıt 12 Nisan 2007’de ilk kez açıklamıştı ki bu inler hala orada..

Örgütün İsviçre’deki kasasına el konulmasını sağlamadılar, oysaki bu para kara paraydı ve uluslararası hukuk buna izin veriyordu ama yapmadılar ki bu para hala orada.

Örgütün AB ülkelerinde cirit atan sözde lider kadrosu için işledikleri suçların kanıtlarıyla tek tek dosya yapıp, İnterpol gibi Europol gibi uluslararası polis teşkilatlarını devreye alıp yakalanmasını sağlamadılar ki bu teröristler hala orada.

İşin daha acısı..

1992’de Şemdinli’de tabur Komutanı iken -teröristlere çok ciddi darbe vurmuş olsak da- girdiğimiz çatışmalarda 74 askerimiz şehit düşmüştü. Saldırıyı yapan Osman Öcalan’dı yani İmralı’da mahkumun kardeşi. Bu sonradan belgelendi aka şu an bu katil için çıkarılmış bir tutuklama müzekkeresi bile yok hala da yok.

İran ve Suriye’ye gelince…

Komşuyduk, tarihsel kültürel sosyal ve ekonomik bağlarımız vardı. Bir araya gelip bu konuyu konuşabilir ve verilen o desteklerin kesilmesini bir şekilde sağlayabilirdik ama yapmadılar. Karşılıklı sert mesajlar hep verildi ama bu destek bir türlü kesilemedi.

Öcalan davasına gelince…

Hukuk tarihinin en ağır skandalı yaşandı. Öcalan yargılandı ama PKK terör örgütü yargılanmadı.

Öcalan mahkum oldu ama örgütteki teröristler mahkum edilmedi. Hani çatı davası çatı davası diyorlar ya, örgüt bir çatı davası hiç açılmadı, hala da yok. Bu davada bir tek Öcalan mahkumiyet aldı ama örgütteki teröristler için bir tutuklama müzekkeresi dahi çıkarılmadı. Ayrı ayrı davalar açtılar, kimini aradılar kimini ise –Osman Öcalan gibi- hiç aramadılar.

Neyse…

Tıpkı Özal’ın 91’de ABD’ye verdiği destek gibi, 2003 Körfez krizinde de ABD’ye destek verildi.

Ve bakın sonuçları ne oldu…

91’de özerkliğini ilan eden Barzani bu kez federasyonu ilan etti ve Türkiye bunu tanıdı, Erbil’de konsolosluk açtı.

 91’de silahlı güç yapılan PKK terör örgütü bu kez siyasi güce dönüştürüldü, halkı peşinde sürüklemeye başladı. Yani İngilizlerin Sion planı hiç hız kesmedi, bu planın ayakları hep yürütüldü. Bu şekliyle 2003 siyaseti, 91 Özal siyasetinin gelişmiş bir versiyonu oldu.

İşte görüyorsunuz şimdi Barzani ‘Bağımsız Kürdistan’ diyor ve şimdi tökezlemiş görülse de o  hedefe doğru hala gidiyor.

İşte PKK’yı görüyorsunuz, siyasi kolları Meclis’te, silahları ayakları da sadece dağlarda değil artık, şimdi şehirlerde ve hala halkı sürükleyebiliyor.

Peki nasıl becerdiler bu işi?

Önce çözüm süreci dediler, operasyonları durdular, teröristlerin şehirlere inmesinin ve halkla doğrudan irtibat kurmasının yolunu açtılar. Habur’da teröristleri getirip halkın içine saldılar, otobüslerin üstüne çıkarıp sirk maymunları gibi şehir şehir dolaştırdılar, sonunda halkın içine saldılar.

Üç terörist ölüsünü Paris’ten Türkiye’ye getirip Diyarbakır meydanında yüzbinlerce kişiyi toplayıp propaganda yaptırdılar. Üstüne de kah İmralı’da yatanın kah Kandil’deki terörist başını ekranlar üzerinde getirip halka hitap ettirdiler.

Hatırlıyorum da o günleri, masum ve çaresiz halk sonunda içinden “ya bu pkk devlet olmuş hem de devlet eliyle” demeye başlamıştı.  Bu arada teröristler de boş durmuyor, şehirleri bombayla dolduruyor ve şehir içlerinde mevzi kazıyordu.

Sonra işler zıvanadan çıkmaya başlayınca, özellikle de PKK’nın siyasi kolları seçimlerde halktan oy toplamaya bu oy oranı da mevcut siyasi iktidarın iktidarını tehdit etmeye başlayınca, yanılmış deyip yeniden operasyonları başlattılar.

Ama işi işten çoktan geçirmişlerdi zaten teröristler halkın artık içindeydi…

Yine de dalga dalga askeri operasyonları başlattık dediler ama bu kez valiler çıktı ortaya, sözüm ona basın duyurularıyla operasyon bölgelerini ifşa ettiler.

Dolayısıyla askeri operasyonlardan bir sonuç alınamadı…

Bana sorarsanız buradaki amaç terörü bitirmek değil, halkın PKK’ya kayan oylarını geri alabilmekti, sonradan yapılan seçimlerde aldılar da zaten. Neden terörü bitirmek değildi dedim, çünkü PKK’nın inlerine hani şu Barzani’deki inlerine girilmesine hiç izin vermediler, 2019 öncesinde o bölgelere sınır ötesi harekat yapılamadı…

Suriye’ye gelince…

Özal’ın siyasetiyle kendine sahada çıkış bulan, Erdoğan siyasetiyle daha da yükselen ve Barzani’nin parmaklarıyla tetiklenen bu ayrılıkçı Kürt siyaseti Suriye’de kendisine yeni bir yol açtı. Hani diyorlar ya ‘Kürt koridoru Kürt koridoru’ diye yani Barzani Akdeniz’e doğru uzanıyor. Şimdi de Rusya bu koridorun Akdeniz’e açılan kapısını tutu yani Türkiye iki arada bir derede bırakıldı.

Peki, bu nasıl oldu?

Türkiye’de ‘kardeşim Esad’ siyaseti bir anda ‘zalim Esed’ denilerek değiştirildi ve Türkiye doğrudan Suriye’nin meşru rejimini hedef almaya başladı. Belki de Esad zalimdi ama İsrail daha zalimdi ABD daha da zalimdi ama bunu kimse söylemedi.

Ve IŞİD ortaya çıktı…

Bu öyle bir örgüttü ki dünya bombalıyor ama bir tülü bitmek bilmiyordu, hala da bitmiyor. Bu örgüt nasıl bir örgütse, Suriye kuzeyinde önce IŞİD toprakları ele geçiriyor ama ardından bir şekilde PKK/ ve uzantılarını hakimiyeti devrediyordu.

Kobani Kobani dediklerinde ne oldu; önce IŞİD aldı, sonra Barzani’nin silahlı  peşmergeleri Türk topraklarında sözde Kürdistan bayraklarıyla şov yaparak PKK uzantısı olan PYD’ye yardıma gönderildi, derken şimdi bu PYD Kobani’de özerklik kurdu. Kimin eliyle?

Ve bu IŞİD sözüm ona Müslümandı ama hep Müslümanları öldürüyordu, bu savaşta hep Müslümanlar ölüyordu, ama Sion planının asıl sahibi İngilizlerden ve ABD’den hemen hemen ölen hiç yoktu.

Bu şekliyle Suriye’de yapılanlar 91’deki ABD’nin Saddam operasyonun tıpkısının aynısıydı ama şimdi Esad hedef oldu. Ve Çekiç Güç yerine IŞİD getirildi, 91’deki gibi altı bin ABD askeri artık ölmüyordu.

O süreçte Irak kuzeyi şekillendirilmişti, şimdi ise Suriye kuzeyi şekillendiriliyor. Süreç böyle işlerse eğer, bu bittikten sonra daha güneye inilip İsrail’e yakın olan devletlerin sınırları şekillendirilecektir.

Suriye kuzeyinde IŞİD marifetiyle işletilen sözde Kürt devletinin özerk ayakçıkları bir bir ilan edilirken, görevini tamamlayan IŞİD bu kez güneye kayıyor, İsrail-Ürdün ve Golan tepeleri bölgesine geçiyordu. Şu anda savaş orada da başlatıldı zaten.

Yani?

Yani Sion planı hala işliyor ve işletiliyor.

Türkiye gelince…

Ne ilginçtir ki IŞİD tehdidi var denilerek Süleyman Şah türbesi ve Türk toprağı terk edildi ama nedense bu bir tehdittir denilip harekat yapılmadı, Süleyman Şah Türbesi ve Türk toprağı korunmadı.

Ama şimdi?

Aynı siyaset IŞİD tehdidi var diyor ve Suriye’ye harekat yapılıyor, hala da harekat devam ediyor…

Burada kimseyi itham etmiyorum, ben ta 1917’den hatta 1971 Malazgirt’ten günümüze gelen bir resim çiziyorum. Bu resimde 1923, 1938, 1948, 1950,1991 ve 2003 bizi bugüne getiren kilometre taşlarıdır.

Ben bu kilometre taşları üzerindeki tarihi tozları siliyorum, üzerindeki perdeleri kaldırıyorum, olayları kişileri yerleri ve izlenen siyaseti apaçık ortaya koyuyorum. Şimdi ortada bir resim var, herkesin gözü var, aklı var ve herkes de bu resmi görüyor.

Eğer bugün bu resme bakıp da görmüyorum diyen çıkarsa biliniz ki işine gelmediğindendir yoksa görmediğinden değil!

Çünkü bu resim gizli saklı bir resim değil, bu bir devlet sırrı değil, tarihin bildiği ve yazdığı bir konu sır olamaz.

Sonuç…

Özal ve Erdoğan siyaseti 1991 ve 2003 Körfez Savaşlarıyla bugün Suriye krizinde aldığı karar ve yaptığı uygulamalarla Tevrat’ın Şam ve Babil kehanetlerine sanki hizmet etmiş gibi görülüyor, belki bilerek belki de hiç bilmeden…

Ancak iş Tevrat’la da kalmıyor…

BugünsSiyaset Nereye Gidiyor, sadece sonuçlarına bakarak söyleyelim:

Ülkede son 14 yıldır Kürt ve Alevi kimliklere vurgu yapılıyor; bu yetmiyor Ermeni, Nasturi, Süryani, Keldani… diye sıralanıyor… Ve her fırsatta ileri demokrasi örtüsüyle bu vurgu güçlendiriliyor.

Strateji dilinde bunun adı; Etnik ve mezhepsel ayrıştırmadır!

Yine ülkemizde… Bankalar satılıyor, toprak satılıyor, fabrikalar satılıyor, madenler, limanlar, yollar, köprüler satılıyor… Ve satışı yapılan kaynakların yönetimi %51 hisse devriyle bir şekilde yabancıların eline geçiyor…

Ekonomide bunun adına, Türk tarihi açısından, kapitülasyon denir!

Ve yine ülkemizde… Özel okullar açılıyor, ta anaokulundan üniversitelere kadar…

Özel okul açmak için özel vakıflar kuruluyor… Ve bu özel okullar eliyle çocuklar zekasına göre seçiliyor, en zekileri burslu olarak alınıyor… Devlet okullarına ise geri kalanlar gidiyor…

Yani eğitim ve öğretim milliden çıkıp özelleşiyor…

Eğitim ve öğretim stratejisinde bunun adına; gelecek nesillerin akıl yönetimini ele geçirmek denir!

Öte yanda…

Bankalar yabancılara satılıyor… Ve halk rengarenk kredi kartlarıyla hatta bir zamanlar bakkal dükkanları önünde serbest dağıtılan kredi kartlarıyla borçlanmaya teşvik ediliyor… Bu yabancı bakanların karı milyarlarca doları aşıyor, buna karşılık halk milyarlarca dolar borçlandırılıyor…

Sosyo-ekonomik-politik stratejide bunun adı; önce borçlandır sonra yönet’tir!

Dahası…

Ülkenin anayasası var…  Bu anayasaya göre milletin adı: Türk! Ama… Son 14 yıldır ülkede Türk ulus-devlet kimliği tartışmaya açılıyor… Türk demeyelim, ‘Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı’ diyelim ya da kısaca ‘Türkiyeli’ diyelim lafları boyu aşıyor…

Siyasi stratejide bunun adına; bir ulusu ‘kimliksizleştirmek’ denir!

Ve dahası…

Ülke 30 yıldır terörün pençesinde inliyor… Adı PKK olan bu küresel yapı en başta ABD, yanında AB ve yanında Rusya ve derken Barzani ve PYD ile ittifak kuruyor…

Bu yapının ta başından beri bu küresel ilişkileri biliniyor… Bu yapının yeri, ini, medyası, siyasi ve mali ayakları, hepsi biliniyor… Ama ülkede siyaset bu işi kökten çözmek yerine, bu küresel yapıyı muhatap alıyor… Pazarlık yapılıyor…Ve terör yine de son hızla devam ediyor…

Bunun adına stratejide; korku ve endişe ile halkı sindirmek denir!

Dahası…

Kıbrıs’ta Türkler unutuluyor ama Rumları AB üyesi yapan anlaşmanın altına imza atılıyor…

Yunan, Ege’deki adalarımızı işgal ediyor ama siyaset bu işgali görmezden geliyor…

Ülkede evlerin altında kilise ve havralar açılırken, tarihi harabeler büyük paralarla restore edilip ayinlere ev sahipliği yapılırken, ‘mütekabiliyet’ deyip hemen yanıbaşımızdaki Yunan’da aynı işlerin yapılması için harekete geçilmiyor…

Ve Atatürk…

Cumhuriyet’in kurucuları ülkede tartışmaya açılıyor… Cumhuriyet’in tapusu senedi Lozan tartışmaya açılıyor… Cumhuriyet’e karşı isyan edenlerin ise heykelleri dikiliyor…

İnanınız…

Tüm bunları baştan beri yaşadığımız tarihsel olaylarla yan yana getirdiğimde görebildiğim; bu siyasetin bire bir İsrail- ABD plan ve projeleriyle örtüştüğüdür!

Bu siyaset, Haçlı-Sion siyasetiyle bire bir örtüşüyor…

Geldiğimiz bu noktada mutlaka Allah’ın insanoğluna bahşettiği en büyük lütfu olan aklın olduğu her bir insanımızın bu yaşanılan hakkında elbet bir düşüncesi vardır, olmalıdır da…

Önümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığını ve bekasını hedef almış bir küresel siyaset var.

Bu küresel siyaset iç mihraklar eliyle kendine destek bulmaktadır.

Bu iç mihraklar çökertilmeden dış mihraklarla mücadelenin hiçbir etkisi olmayacaktır.

Bu gerçek şu anda apaçık karşımızda duruyor…

Şimdi Ne Olacak?

Günümüze tüm bu anlatılanların ışığında bakıldığında, Türkiye’nin Büyük İsrail adıyla ortaya çıkmış bir Sion planıyla İngiliz/ ABD’nin başı çektiği bir Haçlı planın hedefinde olduğunu açıktır. Bu siyaset sahiplerinin güçleri yeterse eğer bölgemiz coğrafyasının sınırlarını değiştirebileceği gerçeği de ortadadır.

Akademisyenler bu sini plan Haçlı-Sion ittifakı diyor. Her iki dünya savaşlarından bir farkı, artık Rusya da bu işin içindedir.

Asıl hedef: Anadolu ve Türk varlığıdır.

Ve bu plan dört aşamalıdır:

Birincisi: ABD-İsrail yörüngesinde hareket edecek hükümetleri iş başına getirmek,

İkinci aşama: İş başına gelen hükümetler eliyle ve özelleştirme/yabancı sermaye adıyla sahip olunan kaynakların yönetimi ele geçirmek,

Üçüncü aşama: Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler denilerek bir olan ulusları etnik ve mezhepsel eksende ayrıştırıp birliği bozmak.

Son aşama: Birliğini kaybederek zayıflamış, kaynaklarını kaybederek yoksullaşmış ve borçlanmış, çocuklarını kaybederek gelecek umudunu yitirmiş, doğrudan iç savaşa tehdidi ile korkutulmuş ve sindirilmiş bir milleti başına gelebilecek her felakete razı etmektir.

Türkiye halen bu son süreci yaşamaktadır.

Eğer bu siyaset değiştirilemez ise ülkemizde yaşanılacak olaylar şöyle sıralanacaktır:

Öncelikle anayasa değiştirilecektir.

‘İleri demokrasi’ adı altında insanlarımız etnik ve dinsel farklılıklar temelinde ayrıştırılması sürecektir. Bunda da hedef Alevi kökenli kardeşlerimiz olacak, onlara sanki yeni haklar tanınıyormuş gibisinden mezheplere vurgu yapılmak suretiyle AKP siyasetinin geri dönülemez bir biçimde kökleşmesi sağlanacaktır.

 İşte buna teo-strateji diyorlar; insanların inanç biçimleri üzerinde oynayarak bunu siyasi güce dönüştürmek…

Öte yanda…

PKK terör örgütü üzerinden Kürt kökenli insanlarımızın tıpkı son yüzyıldır yapıldığı gibi Kürt kimliğine vurgu yapılmaya devam edilecek; bu da Kürt sorununu çözmek için değil, aslında bu coğrafyada yaşayan Ermeni, Rum, Nasturi, Keldani, Yezidi, Asuri gibi dinsel ve mehsepsel farklıların öne çıkarılması sağlamak için yapılacaktır.

Bu çerçevede, sözde ‘İnsan hakları’ adı altında Kürt etnik kimliği üzerinden ülkemizin bir kısmında ayrı bir devlet yapısı ortaya çıkacaktır ki, zaten KCK anayasası önceden hazırlanmış fiilen de PKK terör örgütü eliyle halen uygulanmaktadır.

Bu noktada amaç; bölgedeki Ermeni çıkarları, onu takip eden diğer Nesturi, Keldani, Asuri gibi küçük grupların çıkarlarını Kürt kimliği altında örtülemek olacaktır. Asıl amaç ise nihayetinde bu kimliklerle Sion-Haçlı ittifakının desteklenmesi olacaktır.

Bu neye yol açacaktır?

Başkanlığa, Başkanlık altında yapılacak yeni düzenlemelerle bir olan Türk Milletinin parça parça birbirinden koparılmasına(Not: Yıl 2017’dir)…

Türk ve Atatürk kavram ve değerlerinin yozlaştırılmasına, bu kavram ve değerlerin anayasadan çıkarılarak Anadolu’daki Türk hakimiyetinin silinmesi, unutturulmasına kadar bu iş gidecektir ki zaten Türkiye bunun işaretlerini yaşıyor.

Dahası…

‘Dinlerarası diyalog’ adı altında Anadolu’nun kapıları Haçlı misyonerliğine açılacaktır. Bunu Anadolu yaşayan Müslümanların Hıristiyanlaştırılmasına kadar sürecektir, belki yüz yıl sonra…

Tüm bunlara uygun olarak, ‘Özel okullar’ yeniden yapılandırılacak, Cumhuriyet değerleri üzerinde yükselmesi gereken milli eğitimden uzaklaşılarak, çocuklarımızın akıl yönetimi ele geçirilecektir.

Amaç, Türk tarih ve kültürüne gelecek nesilleri yabancılaştırmak olacaktır.

Bu çerçevede özelleştirmeler sürecektir.

Devletin elinde millete ait hiçbir kaynak kalmayacak, bu kaynakların satışı ve %51 hisse devri yoluyla yönetimi Sion-Haçlı ittifakını yönetenlerin eline geçecektir. Bankaların yabancılara satışı ve kredi kartları eliyle halkı boğazına kadar borçlandırma işleri sürecektir.

Devamında…

Millet git gide fakirleştirilecek ta ki sesi soluğu çıkmaz oluncaya kadar…

Şimdi bu sayılanlara Kıbrıs’ta Rumlar, Irak’ta Barzani, Kafkas’ta Ermeniler, Ege’de Yunanlıların tarihten gelen emelleri de eklenmelidir.

Bu bir kehanet değildir. Tarihten ders çıkarıp geleceğe bakabilmek ve geleceği görebilmektir.

Ve şuan gidişat budur.

Şimdi madalyonun öbür yüzüne bakalım…

Her şeyden önce Türkiye çaresiz değildir.

Türkiye küresel güçlerin akıntısına kapılıp gidecek kadar zayıf ve güçsüz bir ülke de değildir. Türkiye’nin insan ve ekonomik kaynakları vardır; genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir.

Türkiye’nin zengin kaynakları vardır. Bölge coğrafyasının önemini ortaya koyan bir diğer husus ise insanlık uygarlığıyla birlikte dinlerin de bu coğrafyada doğmuş olmasıdır: Yahudilik, Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık. Yani Türkiye’nin dinler tarihinden aldığı güçler de vardır.

Öte yanda…

Türkiye, eski kıta olarak adlandırılan Asya, Afrika ve Avrupa’nın tam ortasındadır. Her üç kıtanın geçiş yolları üzerinde bir köprüdür. Bu coğrafi durum Türkiye’ye stratejik güç kazandırmaktadır.

Türkiye’nin üç denizde kıyısı vardır; Ege, Akdeniz ve Karadeniz’i kontrol etmektedir. İstanbul Boğazı başlı başına bir güçtür. Bu haliyle Türkiye, dünyada yönetilen değil aksine yöneten bir güce sahiptir.

Ve Türk tarihi…

Adı sömürgeciler olarak bilinen İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya gibi Birinci Dünya Savaşı’nın süper güçlerine karşı girişilen savaştan bir tek Türk milleti galip çıkmıştır. İşte bu görkemli Türk tarihi Türkiye’ye ayrı bir güç kazandırmaktadır.

Türkiye’nin gelinen noktada iki seçeneği vardır:

Ya Haçlı-Sion ittifakına teslim olmak ya da karşı çıkmak.

Teslimiyet bizim işimiz değildir. Teslimiyet olursa eğer, Türk’ün bu siyasetin güdümünde yaşama şansı hiç yoktur çünkü bu siyaset tarihten gelen Türk düşmanlığı üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla biz Türk Milletin tek çıkış yolu vardır, o da bu siyasete karşı durmaktır ve onu etkisizleştirmektir.

Günümüzde bu küresel siyasetin en güçlü dayanağı –ki bize göre en zayıf olanıdır- yüz yıldır süregelen Kürt Sorunu(?)’dur.

Bu küresel siyasetin elinden bu Kürt kartı alınmalıdır.

Bu mesele bir ‘ikinci sınıf vatandaşlık’ meselesi değildir.

Bu mesele beş yüz yıldır izlenen Osmanlı siyasetinin bir sonucudur:

Bu bir Kürt sorunu değil, yönetim sorunudur.

Eğer ki Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milletinin kesinkes varlığını ve bekasını hedef almış olan bu küresel Sion-Haçlı siyasetini çökertmek istiyorsa, işte önce düşmanın elindeki bu en zayıf halkayı çözmelidir. Bunun da çözümü, istenirse eğer, zor değil aksine kolaydır; tarihimizde de bunun örnekleri vardır. Örnek şudur:

Mustafa Kemal Atatürk’ün izlemiş olduğu dış politika, ekonomi ve siyasetin güncelleştirilerek uygulanması halinde, Türkiye uzun zamandır aramakta olduğu çıkış yolunu kolayca bulabilecektir.

Şimdi aynı yoldan daha güçlü bir şekilde yürümelidir Türkiye…

Türk Milletinin kaderini yine Türk Milleti tayin edecektir, çıkış yolumuz vardır, yeter ki alıp başına taç ettiği siyasi kişilerin ne göründüğüne değil izlediği siyasetin ne olduğuna bakıp kararını verebilsin.

Menora’nın gölgesinde değil, Atatürk’ün ışığında verilecek bu kararın ülkemiz, milletimiz ve çocuklarımınız geleceğini aydınlatacağından da hiç şüpheniz olmasın.

Kitap:

Büyük Suikast/Kürt Gerçeğinde Bilmediklerimiz

Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak

Erdal SARIZEYBEK

Emekli Albay, araştırmacı yazar. Terör ve siyaset üzerine yayımlanmış 16 eseri bulunmaktadır.
Başa dön tuşu