Gündem

Hatay.. ‘Bir Konakçı Analizi’

İmam Halil Konakçı yaptığı bir konuşmada Hatay’ı ‘Arap yurdu’ ilan etmişti. Arap yurdu demek, Türk yurdu değil anlamına geliyor.

Konakçı aynı zamanda Hatay’ın Türkiye’ye katılması sonrası ezanın yasaklandığını iddia etmişti. Diyanet inceleme başlattığını duyurmuş olsa da başta gazeteci Fatih Altaylı olmak üzere pek çok siyasetçi ve aydının gösterdiği tepkiler haklı olarak dinmiyor. Bu sehven olmuş bir iş değil. Yıllardır süren Türk karşıtı bir siyasetin bugün görünen yüzüdür bu.

Şimdi yıl 2019.. Araştırmacı yazar Erdal Sarızeybek, sessiz sedasız bir kitap yazdı. Adı ‘Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak.. Sordular niye diye.. Cevap şöyle;

Ben bu kitabı da boşa yazmadım, bir başucu kitabı bu. Bu siyasetin dikkat çeken vitrinine aldanarak her şeyin artık güllük ve gülistanlık olduğunu düşündüğünüz her anda her zamanda tekrar tekrar okumanız gereken bir kitap çünkü bu coğrafyada su uyusa da eski bayraklarını gökyüzüne çekebilme hayali kuranlar uyumuyor, uyumayacak da. Çünkü burası Anadolu.

Demiştim size dünyanın merkezi olan ve tarih boyunca oldukça sık el değiştiren bu Anadolu’nun sırrı gökyüzünde. Bakın gökyüzüne semada kimin bayrağı dalgalanıyorsa hakim güç o oluyor. Ve bu Anadolu binlerce yıllık yazılı tarihinden aldığı güçle şekillenen tabiatı gereği zayıf olanları sevmiyor, anında terk ediyor tıpkı vefasız bir sevgili gibi. İşin gerçeği Anadolu’nun bu vefasızlığın altında sahip olduğu gücü yatıyor öyle ya kimler gelmiş kimler geçmiş o hala yerinde duruyor. Dolayısıyla kim güçlüyse ona aşık oluyor.

Şu anda en büyük aşkı Türk!..

Anadolu Türk’ün aşığı çünkü bakınız gökyüzüne Türk bayrağı ‘hala’ dalgalanıyor… ‘Hala dalgalanıyor’ diyorum çünkü henüz kaybedilmiş bir şey olmasa da gücümüzü kaybettiğimiz anda Anadolu’yu bulamayız. Çeker gider, elden de gider. Mesele burada tarihiyle uygarlıklarıyla coğrafyasıyla dinleriyle kaynaklarıyla eşsiz bir zenginliğiyle Anadolu…

Anadolu sahip olduğu tüm kaynaklarıyla elimizden giderse eğer tek başına da gitmez, bir zamanlar aşık olduğu Türk’ü de terk eder gider. Anadolu’ya sevdalı bu Türk kendine yaşam gücü veren sevdiğini kaybettiğinde artık yaşayabilir mi dersiniz?

Bu yazdıklarımdan dolayı müsterihim, yüreğimde hiçbir endişe yoktur. Bu yürek korksaydı eğer dört bir yanı işgal edildiğinde, işgalcilerin top atışları Ankara’da duyulmaya başlandığında hatta yüzyıllardır biat ettiği Saray onu terk ettiğinde belki korkabilirdi ama korkmadı. Yaptığı ve yazdığı İstiklal Marşı’na da ‘korkma’ diyerek başladı.

Bir daha söyleyeyim ben bu hesap sorulmadan bu defterin kapatılabileceğine inanmıyorum. Öyle olursa eğer biz Türk milletinin huzur bulabileceğine de inanmıyorum.  İnancım odur ki şimdi karanlık gibi görülen olaylar aydınlığa çıktığında ve Türk adaleti harekete geçerek Yüce Divan kurulduğunda ancak toplum aradığı huzuru bulabilecektir.

Elbette ki böylesi bir süreçte bu satırları yazabilmenin kolay olmadığını da biliyorum. İyi düşündüm. Adım adım bu noktaya geldim. Sonuçta somut inandırıcı ve hukuken geçerli kanıtları da içeren anlamlı bir resmi apaçık oraya koydum. Görmek arzusunda olan bir çift göz baktığında mutlaka bu büyük resmi görecektir, göz hala yaşıyorsa eğer, yürek hala çarpıyorsa eğer.  Niye yaptım tüm bunları? Hala siyasi ayak arayan kamu akıl ve vicdanı, örgütlü sivil toplum gücü, yargı ve de muhalefet siyaseti harekete geçebilsin diye.

Ben bu işe başlamadan önce size böylesi seslenebilmek için çağımızın en güçlü silahı olan bilginin kullanılması gerektiğini de biliyordum. Belki size abartılı gibi gelebilir ama başta Şemdinli olmak üzere Kars ,Van, Hakkari, Mardin ve Şanlıurfa’da binlerce vatan evladıyla bir birlikte  terör ve kaçağa karşı verdiğimiz mücadeleler, çektiğimiz sıkıntı ve yaşadığımız acılar beni hiç terk etmedi. Hep kendime ‘neyi yapmadık biz, neyi yapmadık da bu terörü bitiremedik biz’ sorusunu sordum.

Sivil elbiseyi giydiğim gün ülkemizi ve devletimizi yönetenleri eleştirmek ya da itham etmek gibi bir düşüncem yoktu. Sadece sorumlusunu arıyordum bugüne kadar çektiğimiz acıların. Üstelik önce bunu kendime sordum bir başkasına değil.

Bunca acı bunca ateş ‘sorumlusu yoksa ben miydim, ben mi görevimi yapmadığım için mi oldu tüm bunlar’ diye derin bir özeleştiriyle yola koyuldum. Ömrü hayatımda hiç okumadığım kadar okudum. Başta Öcalan davası olmak üzere mahkeme tutanaklarını inceledim. ‘Bizim bilmediğimiz ne varmış’ diyerek araştırdım. Bu beni terörden kaçağa, kaçaktan siyasete doğru uzun bir yolculuğa sürükledi.

Bu yolculuk sadece gözlerimi açmakla kalmadı, aynı zamanda Doğu ve Güneydoğu’da tam on yıl boyunca hudut hattında verdiğim mücadelenin sanki yaşayanı ben değilmişim gibi tekrar tekrar her bir anını yeniden yaşamaya da sürükledi beni. Nihayetinde bize yaşatılanlarla işin gerçeğinde olup bitenler arasında gördüğüm derin uçurum, ister istemez ülkemizi ve devletimizi yönetenlerin bugün gösterdikleri tavır ve aldıkları kararların ‘kime hizmet’ için yapıldığını sorgulamaya kadar getirdi beni.

Bu soruların yüreğimde yarattığı iç sıkıntısıyla bugüne zor geldim. Bırakın iş güç yapmayı neredeyse her gün her an bu yoğun düşüncelerin karanlığına bir ışık aramakla geçer oldu bu ömür. Bu da en nihayetinde beni, FETÖ’nün de bir parçası olduğu ülkemize karşı konumlanmış küresel projenin ülkemizdeki siyasi ayağıyla karşı karşıya getirdi.

İşte şimdi her şey tüm çıplağıyla ortada, gizli saklı yok, geçmiş belgeleriyle ortada, bugün ise zaten yaşıyorsunuz, görüyorsunuz. Benim bütün yaptığım geçmişle bugünü yan yana getirmek oldu. Gerisi zaten kendiliğinden geliyor. Şimdi düşündüğüm kamu aklı ve vicdanı ne yapacak, örgütlü sivil toplum ne yapacak?..

Yargı ayağa kalkıp da ’ey siyasi ayak bugüne kadar yaptığın yanlış uygulamalar ve aldığın yanlış kararlar sonucu Türk Milleti ve devletini ta yüz yıl önceki Büyük Suikast’la yeniden karşı karşıya getirdin, ver şimdi şu hesabı’ diyebilecek midir?..

Olması gereken bu diye düşünüyorum, düşünüyorum ancak Türkiye’de bugün siyaset sorumluluk almıyor, alınan karar ve yapılan uygulamalar ülkenin ulusal çıkarlarına ne denli ağır zarar vermiş olursa olsun şimdiye kadar bu hesabı soran olmadı, hesabı veren de olmadı.

Yine böyle mi olur dersiniz? Uçurumun nefes kesen soluğunu ensemizde hissettiğimiz bu anda dahi gözlerimizin önüne çekilmiş olan bu kara perde yine de açılmaz mı dersiniz?

 Usta’nın zemin katı ibadet orta katı ticaret en üst katı ihanet olarak tanımladığı üç katlı yapının, Bahçeli’nin ‘dokuz ayaklı ama bir ayağı hala yok çıksın artık ortaya’ dediği bu çetenin her hangi bir ayağına sorun. Eminim ki bu ayaklar ‘her ne kadar adını söylemekten imtina ediyor olsalar da, ne yaptımsa Türk milletinin hayrı için yaptım. Türk Bayrağının sonsuza dek dalgalanması için yaptım. Türk devleti ve vatanının varlık ve bekasını korumak için yaptım. Ama yanılmışım Allah bizi affetsin, milletim de beni affetsin’ diyecektir.

Yüce Divan kurulur ya da kurulmaz, hesap sorulur ya da sorulmaz, onu bilemem ama benim bütün amacım, Türk Ordusu ve Cumhuriyetini hedef almış bu yapının gerçek yüzünü ortaya çıkarabilmek ve böylece Türk Ordusu ve bir ferdi olmakla gurur duyduğum Türk Milletini bu tehdit ve tehlikeye karşı uyarabilmekti.

Bunu başarabildiğime inanıyorum.  Öte yanda kaybedilen zamana yanıyor olsam da şimdi yolun sonuna bir adım kalmış olsa da söz konusu vatan olunca hiçbir şey için geç değildir diyorum, size sesleniyorum.

Türkiye bu siyasetini değiştirmelidir. Türkiye ‘etnik ve mezhepsel’ ayrımcılık, ekonomik ve insan kaynaklarının yabancılara devredilmesi temelinde işletilen bu küresel siyasi projeye karşı çıkmalıdır. Türkiye, Kürt kardeşlerimizin etnik kökeni üzerinde acımasızca yürüyerek kendine güç bulan bu siyasete ‘dur’ demesini bilmelidir.

Türkiye anayasada yer alan ‘Türk ulus devlet’ kimliğinin sözüm ona ileri demokrasi örtüsü altında tartışmaya açılmasına izin vermemelidir. İster koalisyon olsun ister millet ittifakıyla  tek başına iktidar olsun isterse Usta iktidarı devam eder olsun,  Türkiye perde inmiş gözlerini artık açmalı ve bu son süreçte tek bir şeye bakmalı, o da yeni anayasa.

Bu yeniden yapılması düşünülen anayasada ‘Türk ulus devlet Kimliği, Türk Milleti, Atatürk, Türkçe, Türk devletinin milletiyle bölünmez bütünlüğü’ var ise hiç endişe etmeyiniz. Yüzyıllardan beri Türk Milletine karşı kurgulanmış, planlanmış ve şimdi yeniden harekete geçirilmiş bu sinsi suikastı nasıl ki kurtuluş savaşı ve Lozan’la sonuçsuz bırakabilmiş isek, gözlerinin üstündeki kara perdeyi açıp tehlikeyi gören milletimiz Fetö’nün bu siyasi ayağını da bertaraf etmesini bilecektir. 

Tüm bu anlattıklarım bir kehanet değil gidişattır, bir süreçtir ve hala işliyor.

Ben size Allah’ın insanoğluna bahşettiği en büyük lütuf olan akıl ve bu yürekten gelen güçle sesleniyorum. Gidişat kötü diyorsanız eğer bu sürüklenişi durduracak gücün bizde olduğuna inanıyorum. Başlarken omuzlarımda büyük bir endişe vardı acaba diyordum kendime ‘acaba bir ferdi olmaktan onur duyduğum benim Türk Milletim’ bunları biliyor mu’ diye soruyordum artık endişeye mahal kalmadı. 

Hep devlet parasız yatılı okullarda ekmek yedim, su içtim, okudum büyüdüm, benim can aziz milletime bir vefa borcum vardı. Bir ferdi olmaktan gurur duyduğum Türk milletinin bir hizmetkarı olarak naçiz bedenimdeki bu yürek vefa borcunu ödemek istiyordu.

Bu kitap yazılmalıydı, ben de yazdım.

Bu kitapta devlete ve millete karşılıksız sevgi var bağlılık var feda var. Bir Türk subayıyım ben, işte bu yürekle perde inmiş gözlerimize ışık olsun diye yazdım bu kitabı tehlikeyi göresiniz diye, çocuklarımızın geleceği için, devletimizin bekası için, milletimizin varlığı için.

Şimdi karar sizin, ‘hepsi hikayeymiş’ diyerek yine gülüp geçebilirsiniz ya da ‘bir şey yapmalı’ deyip ileriye doğru bir adım atabilirsiniz, karar şimdi sizin.

Erdal Sarızeybek, 9 Eylül 2019, Ankara.

Başa dön tuşu