Tarihin Görmediği ‘Şemdinli Vakası’


1925 Şeyh Said isyanından hemen sonra, Ağustos 1925’te, Şeyh Abdullah adamlarıyla birlikte Şemdinli’de bulunan askeri birliklere saldırdı. Hedefleri Nehri(Bağlar Köyü)’deki tabur merkeziydi. Eylemleri bir isyandan öte resmen bir vahşetti; Cumhuriyet ordusunun subaylarını astılar!
Şeyh Abdullah, Seyit Abdulkadir’in oğluydu. Nehri’de dedesi Seyit Taha’nın türbesi vardı.Aklı sıra intikam alıyordu…
SEYİT ABDULKADİR’İN OĞLU BAŞROLDE
Araştırmacı yazar İsmet Bozdağ, bu olayı dramatik olduğu kadar trajediye dönüşen ifadelerle şöyle anlatıyor;
‘Seyit Abdullah, 1925 baharında, İstanbul’dan Şemdinli’ye geldi ve burada amcaoğlu Şeyh Muhlis ile buluştu. İki amcazade intikam düşüncesinde uyuşuyorlar. Daha sonra da bunlara Seyit Taha katılıyor. Bunlar, Beytüşşebap ilçesinde kendilerine taraftar buldular, özellikle Şemdinli’de Gerdi aşiretinin desteğini sağladılar. Tarihte çok oynanan bir oyunu sahneye koydular ve 6’ncı Hudut taburu subaylarını köylerinde şölene davet ettiler. Yenilip içilecek, devletin selametine ve afiyetine dua edilecektir…
Talihsiz altı subay şölen günü köye gelir. Üsteğmen Bekir Sıtkı annesi ve eşini de beraberinde şölene getirmiştir. Sofra kurulmuş, kuzular çevrilmiş ve güzel kokular iştahları kamçılamaya başlamıştır. Konuklar sofraya buyur edilir. Herkes taze kuzu etine hevesle uzandığı bir sırada, köşe başlarına sinip saklanmış silahlı adamlar hücum eder ve hepsini yakalar. Hudut taburu artık başsız kalmıştır. Seyit Abdullah yardımcılarını yanına alıp Şemdinli’ye gider ve başsız kalan hudut taburunu kolayca ele geçirir.’
İsyan başlamıştır…
BAĞLAR KÖYÜ/NEHRİ’DEKİ TABUR MERKEZİNE BASKIN
Muzaffer İlhan Erdost ise aynı trajediyi, farklı bir üslupla, olaya tanıklık yapmış kişilerin bilgi ve görgülerinden yola çıkarak şöyle kaleme almış; ‘10 Ağustos 1925 sabahı, Seyit Abdullah, İran’dan ve henüz sınırı saptanmamış olmakla birlikte İngiliz işgali altında bulunan Irak’tan topladığı isyancılarla, tahmini 12001700 kişi, Navşar(Şemdinli) bölüğünü, Gerdi Şapatan Bölüğünü ve Nehri’de bulunan tabur merkezini bastı…
‘İsyancılar erlerin silahlarını aldılar, kendilerine ‘bir daha asker olmayacaklarına dair’ yemin verdirdi ve serbest bıraktılar. Subayları ve memurları Nehri’nin altındaki düzlüğe topladılar. Herkes yere çömelmişti. Kadınlar, çocuklar ağlaşarak Seyit Taha’nın türbesine doğru gidiyordu. Göçer reisi Osman Ağa ayağa kalktı, Seyit Abdullah’a dönerek; ‘Bunların çoğu memur, mülkiye memuru’, dedi, ‘kendilerinin bir suçu yoktur. Aileleri türbeye gidiyor, merhamet edin, bırakın’. Seyit Abdullah; ‘Memurlar serbesttir, gitsinler’, dedi.
O zaman Binbaşı İsmail Hakkı Bey ayağa kalktı; ‘Bu subayları da serbest bırakın’, dedi, ‘bunların bir suçu yok, Ben emir verdim, emrimden başka bir şey yapmadılar’.
Seyit Abdullah subayları bırakmadı.
‘Biz dağa çıkmıştık’ diyor Nehrili Abdullah; ‘onlar çekilince Nehri’ye döndük. İki er şehit olmuştu. Birin adı Ahmet’ti. Öbürü Maraşlı Hasan’dı. Hasan fırıncıydı. Fırında vurulmuştu. Herkes korktu, toprağa gömemedi. Mustafa Çavuş vardı, o zaman sağdı, onunla biz toprağa teslim ettik’.
Seyit Abdullah Kanyeraş’tan döndükten sonra ileri gelenleri topladı. Karar verildi. Aşiret reislerine, ileri gelenlere, birer subay teslim edildi. Ertesi sabah, ‘Şemdinli’ye götüreceğiz’ diye subayları çıkardılar. ‘Sizi Nehri’ye götüreceğiz’ dediler, ‘Nehri’ye götürüp serbest bırakacağız’.
Zevreyaşk köyüne doğru götürüldüler…”
SUBAYLAR İNFAZ EDİLDİ
İsmet Bozdağ, bu trajik olayın sonunu da şöyle bağlıyor; ‘Şeyh Abdullah’ın isyanı hükümetçe duyulmuştur. Hemen Albay Ruşen ve Albay Fuat komutasında iki piyade alayı yola çıkarılır. Şeytan köyünde esir ettikleri altı subayı merhametsizce öldüren Seyit Abdullah, iki piyade alayının ölüm kusarak üstüne geldiğini işte bu sırada öğrenir. Babasının akıbetine düşmek istemez. Üstelik babasının intikamını kendi düşüncesine göre almıştır. Atlarının başını Irak sınırına çevirip mahmuzlar. Seyit Abdullah ve kaçak Yüzbaşı İhsan Nuri, Türk askeri ve takviye kuvvetlerin geldiğini görünce, dağlara çekilmek zorunda kaldılar. ’
Bu İhsan Nuri, Nesturi isyanı sırasında Barzanilerle birlikte, Şemdinli/Bembo vadisindeki Yüzbaşı Hilmi Bey’in karakoluna saldıran İhsan Nuri’dir. Şeyh Abdullah, isyanın bastırılmasından sonra Barzanilere sığınmıştır.
İNGİLİZLER TARİKAT ŞEYHLERİNİN ARKASINDA
İsyan sonrasında, Şeyh Abdullah yönetimindeki Şemdinli halkı İngiliz işgal bölgesindeki Siro köyüne göç eder. Bir hafta sonra Seyit Taha da Kanyeraş’ a gelir, zaten aynı bölgedir. Yanında iki İngiliz vardır. Seyit Abdullah’ı yanına çağırır ve talimatlarını verir; ‘İngilizler bize yardım edecek. Para ve erzak verecek, cephane verecek. Diyorlar ki, ‘siz Türklerle savaşın. Buralar sizin topraklarınız, burada kalmanız için biz size yardım ederiz. Tutunamazsanız, korkmayın alın gelin adamlarınızı, çocuklarınızı getirin, biz sizi Irak’a yerleştiririz.’
Hem Şeyh Sait hem de Şemdinli isyanlarından kaçanlar yine Barzani bölgesine, bir kısmı da Suriye ve Lübnan’a çekilmişti tıpkı günümüzde PKK terör örgütü mensuplarının yaptıkları gibi. Bedirhanlar da bu sırada Suriye ve Lübnan’daydı; Ermeni Taşnaksutyun örgütü ile Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı eylem planları hazırlıyorlardı.
Nehri isyanından dört ay sonra inceleme kurulu raporunu bitirecek ve Cemiyeti Akvam’a kararını bildirecektir( Eylül 1925).
Ve Cemiyeti Akvam, kararını şöyle bağlayacaktır; “Musul, İngiltere mandasındaki Irak’a bırakılacaktır…” .
BARZANİLER DEVREDE
Seyit Abdulkadir’in oğlu Abdullah’ın ‘isyan’ olarak tarihe geçen bu eylemi gerçekte bir isyan değil, babasının intikamını almak için düzenlenmiş bir saldırıdır. Olayın hiçbir siyasi yönü yoktur, siyasi Kürt hareketi açısından da bir anlamı yoktur. Ancak saldırıyı yapanın Seyit Abdulkadir’in oğlu olması dikkatimizi bu olay üzerine çekmiştir.
Bunun yanı sıra bir din adamının intikam hisleriyle böylesi bir vahşete kalkışması, bu kişiliklerdeki ‘din’ olgusunun en anlam taşıdığını göstermesi açısından da önemlidir. Saldırı sonrası Şeyh Abdullah’ın Barzanilere sığınması, aralarındaki baştan beri izlediğimiz bağı teyit etmektedir. Aynı kişilikler hem şeyh Said hem de bu saldırı sonrasında Lübnan’a geçecek, Ermenilerle Türk’e karşı ittifak kurarak yeniden karşımıza çıkacaklardır.
TARİH KİTAPLARI BU İSYANI YAZMIYOR
Öte yanda, Şeyh Abdullah’ın Şemdinli’de askeri birliklere saldırması, subayları şehit etmesi, bu kalkışmaya Barzanilerin destek vermiş oluşu, nedense yazılı Türk tarihinde hak ettiği yeri almıyor. Ulaşılabilecek kaynak sayısı ikiyi bile aşmıyor; ilki, İsmet Bozdağ’ın Kürt İsyanları adlı eseri, diğeri de Muzaffer İlhan Erdost’un Şemdinli Röportajı.
Alışageldik ‘Kürt İsyanları’ şeklinde başlık atarak Doğu Anadolu’da çıkarılmış isyanları ele alan yazarların eserlerinde bu isyanı görebilmek çok zor. ‘Kürtçülük’, ‘Kürt Dosyası’, ‘Kürt Sorunu’ başlıklarıyla siyasi Kürt hareketini inceleyen araştırmacıların da eserlerinde de bu isyanı bulabilmeniz oldukça zor, nadiren gözüne çarparsa belki okuyabilirsiniz.
Bunun nedenini anlayabilmek kolay değil…
OSMANLI-CUMHURİYET FARKI
Osmanlı’da, Şeyh 2’nci Abdusselam’ı bir kenara koyarsanız ki onun da araştırılması gerekir, Anadolu’da devlete karşı isyan ettiği için yargılanarak idama mahkum edilmiş ve de cezası infaz edilmiş bir Halid-i Nakşibendi beyi ya da şeyhi yoktur. Bakınız 1880 Ubeydullah isyanına; Osmanlı Devleti cezalandırmak bir yana, Şeyh Ubeydullah’a 20 bin kuruş maaş bağlamış, Hicaz’a sürgüne yollamıştır.
Bakınız Babanzade Abdurrahman Paşa isyanına; kaçıp İran’a sığınmıştır. Soranzade Mehmed Paşa isyanında ise, önce cezalandırılmış, ama sonra affedilmiştir. Bedirhan Beye bakalım; Cizre isyanı sonrasında paşalık nişanı geri alınmış, Girit’e misafir edilmiştir. Kırım Savaşı’ndan sonra bu ceza da kaldırılmış, Şam’a gelip yerleşmiştir. Bu durum, Osmanlı’nın isyancı Halid-i Nakşibendi bey ve şeyhlerine karşı nasıl hoşgörülü bir tavır izlediğinin açık kanıtıdır.
CUMHURİYET TARİKAT VE CEMAATLERE GEÇİT VERMEDİ
Şimdi bir de Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal dönemine bakalım; 1920-21 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1925 Şemdinli, 1930 Ağrı; isyancıların hepsi cezalandırılmıştır, elebaşları kimi asılarak kimi kurşuna dizilerek infaz edilmiştir. Diğer isyanlarda ise, elebaşılar ya İran’a ya da Irak’a firar kaçtığı için, yargılama yapılamamıştır.
Vatana ihanet suçundan yargılanarak idamına karar verilmiş ve infaz edilmiş suçlular arasında üç kişi, diğerleri arasında çok farklı bir konuma sahiptir: Şeyh Said, Seyit Abdulkadir ve Seyit Rıza. Çünkü bunlar hayatta olmasa da, günümüzde hala etkinliğini koruyan Halid-i Nakşibendi Tarikatı’nın çok önemli kişilikleridir.
Günümüzde Şeyh Sait heykellerinin dikilmesi, iade-i itibar edilmesi, Seyit Abdulkadir’in infaz edildiği günün yıldönümünde, dedesi Seyit Taha’nın kabrinde Hakkari Üniversitesi’nce tören yapılması, PKK’nın siyasi kanadında siyaset yapan vekillerin yine Seyit Taha’nın Nehri(Bağlar) köyü yolunda teröristlerce kucaklaşması, hep bu açıdan değerlendirilmeyi hak ediyor.
Erdal Sarızeybek