Oramar.. 27. Gün.. ‘Barzani Ne İş’

Bu siyasetin her seçimde, terörle mücadele üzerinden kullandığı en önemli araçlardan biri de bugün adı HDP olan, ama dün HEP, DEP şeklinde yürümüş, siyasi yapılardır.
Oysaki bu yapılar, her dönemde, hem bu siyasetin çözüm ortağı hem de zamanı geldiğinde seçimleri manipüle etmek için kullandığı bir araçtır.
Terörün bitmeyişinin ardında yatan bir neden de budur.
PKK terör örgütü bitmeden, HDP bitmiyor. HDP bitmeden de PKK bitmiyor. Bu zincirleme giden bir reaksiyon. Bu tıpkı Şeyh Halid’in halifeleri olmadan tarikat olmuyor, tarikat olunca da halifeler hiç bitmiyor işine benzer.
Bu durum, bu siyasete çok geniş bir manevra alanı açıyor. Bu da topluma algı operasyonu olarak dönüyor, seçimleri manipüle edebiliyor. Baksanıza teröre karşı mücadele üzerinden yapılan 2015 seçim manipülasyonunda, bu siyaset karlı çıktı, iktidar oldu.
HDP karlı çıktı, bu siyaset üzerinden – Soylu’nun verdiği rakamlara göre- 17 bin kişi dağa yollandı, PKK da güç kazandı.
Yani nereden bakarsanız bakın, bu HDP tezgahı siyasi açıdan manipülasyona açık bir konu.
Şimdi meseleyi biraz açalım..
Ve biz 26. Günde kaldığımız yerden devam edelim..
Anadolu’da yaşanan ve her nedense adına topyekun ‘Kürt’ denilmesinde ısrar edilen isyanlarla tarikat şeyhleri arasındaki bağı Uğur Mumcu yıllar önce bize açıklamıştı. Daha derine inerek tarikat şeyhleriyle siyaset ve ticaret arasındaki ilişkileri Rabıta’da gün yüzüne çıkarmıştı.
Buradan hareketle Özal’a, Körfez savaşına, Çekiç Güce ve nihayetinde Türkiye’yi hedef almış küresel projenin Türkiye’deki siyasi ayaklarına kadar uzanmayı bilmişti.
Ve Uğur Mumcu, Ağrı isyanlarını belgeler üzerinden incelemiş ve bugün Türkiye’nin tarih hafızasında hala uyumakta olan Taşnak Hoybun’a da ulaşmayı bilmişti. Yaşasaydı hiç şüphe yok ki Türk tarihinin derinliklerinde bulduğu bu izleri adım adım takip ederek bugünlere de gelecekti ama ömrü vefa yetmedi.
Mumcu’nun eserlerinde anlatılan olayların satır aralarına bakıldığında, etkileyici bir biçimde Ağrı isyanıyla Hoybun arasında var olan bağın kurulduğunu ve oradan hareketle İngilizlere, derken ünlü casus Lawrence ve Ermeni Baronu Vahan Papazyan’a kadar Türk tarih sayfalarına leke bırakmış izlerin varlını görebiliyoruz.
Mumcu, 1930 Ağrı isyanını anlatıyor:
‘Üçüncü Ağrı isyanı olarak cumhuriyet tarihine geçen, bu kalkışmayı, ‘olağanüstü askeri komiseri’ sıfatıyla Hoybun üyesi İhsan Nuri yönetmiştir.
Ayaklanma sırasında, İngiltere’nin Tebriz’deki Başkonsolosu Stonhope Palmer’den Londra’ya, Dışişleri Bakanlığı’nda görevli Sir Clive’ye gönderilen 11 Ağustos 1930 gün ve 145 sayılı gizli raporda, İngiliz casusu albay Lawrence’nin Kürtlere yardım ettiği bildirilmiştir.
29 Haziran 1930 günü, Tahran’daki askeri ataşe R. Dodd, Ermeni Ruben Paşa’nın, İngiliz Büyükelçiliği’ne başvurarak Kürtler için silah istediğini rapor etmektedir. İsyan bastırıldıktan sonra İhsan Nuri ve Ermeni Baron Vahan İran’a kaçmayı başarır.’[1]
Burada Baron Vahan denilen kişi Taşnak Hoybun’un kurucu üyesi olan Papaz Vahanyan’dır.
Demiştim, Van yöresi Ermenilerinden olup aynı zamanda 1892 yılında yılında, Tiflis’te kurulan Ermeni Taşnak Örgütü’nün merkez komite üyesidir. Papaz Vahanyan’ın içinde yer aldığı Ağrı isyanını Taşnak Hoybun çetesinin tertiplediği konusunda hiç kuşku yoktur.
Araştırmacıların tamamı bu düşüncededir. Bu tespit kendisine Prens unvanı veren Süreyya Bedirhan’nın itirafları arasında da yer alıyor.
Per Linde adıyla ‘Kürt Davası ve Hoybun’ kitabına not düşen yazar, 17 Kasım 1994, bu itirafı şöyle doğruluyor:
‘ 1924-1925’te Kürdistan’da Piranlı lider Şeyh Sait önderliğinde bir ayaklanma patlak verdi. II. Ayaklanma ise 1928-1932’de, Kuzey Kürdistan’da yer alan Ağrı’da Hoybun tarafından organize edildi. Prens Süreyya’nın yönetimsel bir pozisyonunun olduğu Hoybun, bağımsız bir Kürt Devleti ilan etti ve bir Kürt Hükümeti kurdu.’[2]
Bedirhan ‘Ağrı’da devlet kurduk’ diyor ama işin aslı böyle bir devlet hiç olmadı.
Saymıştık zaten küresel çapta ne kadar içinde Kürdistan geçen proje varsa hepsini saymıştık. Ağrı Kürt devleti diye bir şey yoktu. Sadece bu isyanı tertipleyenlerin çığrışları vardı ama kendi kendilerine ilan etmişlerse o da başka.
Anadolu topraklarında ayrı bir devlet kurduğunu söyleyen Süreyya Bedirhan üzerinde köklü araştırma yapılması gereken bir isim. Türk’e ve Türk yurduna karşı savaş ilan ettiklerini de çekinmeden cüretle söyleyebiliyor.
Bakın yazdıklarına;
‘Kuruluşundan sonra Hoybun’un ilk görevi Ermenilerle yeniden uzlaşma sağlamak ve mümkünse işbirliği yapmaktı. Ben de Ermeni-Kürt ilişkilerinin pişmanlık ve şükran duygularının karşımıyla yazıyorum…
1927 Ekim’inde Kürtlerin savunucusu Hoybun ile Ermeni halkının temsilcileri Türkleri ortak düşman kabul ettiler ve dayanıklı ilgilerinin ortaklığı onları genel bir barışmaya götürdü. Kendi ırkım adına onların meşru ulusçul istekleri Bağımsız ve Birleşik Ermenistan’a saygı duyuyorum.’[3]
Şimdi bu Taşnak Hoybun’dan alın.
Gelin Diyarbakır’a, Usta’nın yanına gidelim. Bakın Molla Mustafa için ne diyor;
‘Sevgili kardeşlerim bundan 81 yıl önceydi 21 Haziran 1932. Hakkâri Şemdinli’den sınırdan çok önemli bir misafirlerimiz gelmişti. Toprakları uçaklarla bombalanmıştı, köyleri yakılıp yıkılmıştı. Buradaki kardeşleri onları muhabbetle kucakladılar’.
Usta’nın anlattığı yıl 1932.Yani Ağrı isyanının iki yıl öncesi.
Şimdi hepsini alıp bir de Dağlıca’ya gidelim. Yıl 1030:
Dağlıca taburunu biliyorsunuz, Ekim 2007’de teröristlerin saldırdığı tabur. 12 askerimizin şehit edildiği, 8 askerimizin kaçırıldığı vaka. Usta ile tanıştığımız yer. Dağlıca ’da o vakitler bir hudut bölüğü bulunuyordu. Ve bu bölük 89 yıl önce de saldıya uğramıştı.Ama bu kez saldıran PKK değil, Molla Mustafa Barzani’ydi…[4]
Konuyu açalım..
Ağrı’da Hoybun isyanı başlamıştı.
İsyana müdahale eden, General Salih Omurtak’tı. İsyancılar zor durumda düşünce, Kör Hüseyin Paşa Barzanilerden destek istemişti. 21 Temmuz 1930’da, Şerif Molla Barzani komutasında 500 kişilik peşmerge grubu Hakkari bölgesine gelerek bir yandan bölüğü kuşatmış diğer yanda bölge halkını devlete karşı kışkırtıyordu.
Amaç; Taşnak Hoybun’un tertiplediği Ağrı isyanına destek sağlamaktı.
Neler yaşandı?
Piyade bölüğüne, iki gece üst üste peşe saldırı düzenlendiler. Ama bölüğün savunmasını aşamadılar. Bu kez hem köyü hem de bölüğü kuşatma altına aldılar. Bu arada halk içinde propaganda yapılıyor ve bu saldırıyı genel bir ayaklanmaya dönüştürülmeye çalışıyordu. Hakkari bölgesinde gerginlik giderek büyüyordu.
Takviye için gönderilen Şemdinli’deki birlikler ve hükümet memurları geri çekilmeye başlayınca, isyancılar askeri kışlalara girmiş, silah ve cephaneyi yağmalamıştı.
Sonrasında, isyancılar Yüksekova ve Hakkari’yi ele geçirmek için harekete geçtiler. İsyancılara katılmayan Oramarlı Kasım Ağa, bütün kuvvetleriyle bölüğün yer almasına karşın, arazi isyancılardan yana elverişli olunca bölük yine kuşatıldı.
300 kişilik bir başka isyancı grubu da güneyden Dağlıca’ya karşı saldırıya geçti. Durumun ciddiyeti üzerine, Dışişleri Bakanlığı önce Irak hükümetine bir nota vererek olayları protesto etti. Ardından bölgeye takviye birlikler gönderdi. Aynı zamanda hava saldırısı planlandı. Ve hava bombardımanı başladı.
Kayıpları büyüktü. Baskına katılanların bir bölümü Irak, İran ve Suriye’ye kaçarak canlarını anca kurtarabildi[5].
Dağlıca baskınında bölük iki şehit, dört yaralı verdi. Araştırmacı yazar İsmet Bozdağ, Dağlıca saldırısını ‘Çok dikkate değer, dış kaynaklı bir fitne ve silahlı saldırı’ olarak niteliyor.
Tarihçi Ahmet Uçar Hoybun örgütünü de işin içine alıyor. Ermeni propagandalarına dikkati çekiyor ve Türk tarihine bu vakayı şöyle naklediyor;
‘Oramar/ Dağlıca hudut bölüğü asiler tarafından kuşatılmışsa da bu kuşatma hava kuvvetlerimiz ve komşu hudut bölüklerinin yardımı ile kırılmış, İran’a doğru kaçan Barzaniler ve onların Oramar’daki işbirlikçilerinden oluşan asilere büyük kayıplar verdirilmişti.
Hoybun örgütü bu isyanı bir propaganda malzemesi olarak kullanmış, uydurma rakamlarla ‘Olayda Türk birliklerinin 4.000 kayıp verdiğini, Türk hükümetinin 500 köyü yıkıp 12.000 kişiyi öldürdüğünü’ ileri sürerek bunu Ermeniler aracılığı ile temas kurduğu Amerikan kamuoyuna da duyurmuştu’[6].
İşte olaylar böyle sıralanıyor, eksiği var fazlası yok.
Peki Usta ne demişti? Usta ‘mahşere kadar beraberiz’ diyerek önce oğlunu kucaklamış, ardından babası Molla için şöyle demişti;
‘Sevgili kardeşlerim bundan 81 yıl önceydi 21 Haziran 1932. Hakkâri Şemdinli’den sınırdan çok önemli bir misafirlerimiz gelmişti. Toprakları uçaklarla bombalanmıştı, köyleri yakılıp yıkılmıştı. Buradaki kardeşleri onları muhabbetle kucakladılar’.
Oysaki aynı Barzani, çok değil, Usta’nın söylediği olayın iki yıl öncesinde Dağlıca bölüğümüze saldırmış ve iki askerimizi şehit etmişti. Ama Usta bunu söylemedi.
Molla’nın bu saldırıyı Taşnak Hoybun çetesine destek için yapmış olduğunu da söylemedi. Hele ki kendi döneminde Kars Göle’deki ‘İmam Hatip Lisesi’ne ismi verilen Bedirhan Bey’le Taşnakçılar arasındaki bağlardan hiç söz etmedi.
Neden?
Öte yanda..
Usta bize bu Molla’nın ‘Türkiye’de asılmayı bekliyorduk’ dediğini de söylemişti. Doğruydu ancak bu İngiliz kaynaklarına göre doğruydu, Molla Mustafa ve oğlu Mesud’a göre değil. Önce İngiliz arşivlerine bakalım, ardından Molla ne demiş onu biraz açalım.
Tarihçi Ahmet Uçar tıpkı Usta’nın dediği gibi, bu süreci şöyle anlatıyor:
‘Biz Türkiye’de asılmayı bekliyorduk. O tarihlerde İngilizlerle Türkler ve Iraklılar iyi ilişkiler kurmuşlardı. İngilizlerin talebi üzerine Türkiye bizi asabilirdi. Ancak biz seve seve Türkiye’de ölüme gelmiştik.
Fakat Türkiye’de beklediğimiz akibet bizi karşılamadı. Nitekim orada iyi muamele gördük. Bizi şehirden şehire alıp götürdüler. Daimİ bir yerde oturtmadılar. Büyük ağabeyim Şeyh Ahmed’i Erzurum’a gönderdiler. Bizi birbirimizden ayırıyorlardı. Herhangi bir harekette bulunmamızdan endişe olunuyordu. Bunu seziyorduk. Bize iyi muamele ettiler.’[7]
Peki işin gerçeği neydi?
Mesud Barzani bu süreci ‘Barzaniler ve Kürt Ulusal Hareketi’ isimli kitabında açık açık yazdı.
Buna göre, Molla Mustafa bu süreci hiç unutmamış, yememiş içmemiş, gidip oğlu Mesud’a anlatmıştı. Usta’nın söylediklerinin aksine ‘Türkler bize yardım etmedi’ demiş. ‘Yol parası bile bulamadık, Şeyh Ahmed’in yanına gidemedik’ şeklinde hep sızlanmış. Oğlu Mesud da tüm bunları kitabına bir bir yazmış.
Bakınız Molla Mustafa oğluna daha neler anlatmış;
‘Bizi Şeyh Ahmet’in yanına veya onu bizim yanımıza nakletmeleri için birkaç kez Türkleri ikna etmeye çalıştık. Fakat bu talebimize olumlu karşılık vermediler. Sonunda, ısrarlı taleplerimiz karşısında Şemdinli’ye dönmemizi kabul ettiler.
Fakat ailelerin Şemdinli’ye nakledilmesi hususunda hiçbir yardımları dokunmadığı gibi, herhangi bir kolaylık da göstermediler. Çok sevdiğim atımı satmak zorunda aldım… Türkiye Kürdistan’ında ki Kürt kardeşlerimizin yardımlarını hiçbir zaman unutmam. Fakat onlar bizden daha ağır ve kötü şartlar altında yaşıyorlardı. Bizim gözlemlediğimiz bu olumsuzlukları ağır koşulları hala yaşıyorlar.Hiçbir hakları bulunmuyordu. Korku ve endişe yüzlerinden okunuyordu. .Ekim 1932’de yola koyulduk…’[8]
Bunu yazan da söyleyen de Mesud Barzani.
Belki bu anlatılanlar doğru değildir ama ne önemi var ki!..
Bu ülkede milyonlarca Kürt kardeşimiz var, onlar bu kitabı okuyor, İngiliz arşivleri ne demiş, kimin ne umurunda.
Burada Mesud Barzani sadece ilticayı anlatmıyor ki ‘Türkiye Kürdistanı’ diyor;
‘Türkiye’deki Kürtler bizden daha kötü şartlarda yaşıyor’ diyor; ‘hiçbir hakları yoktu’ diyor. Şimdi çocuk yaşta olan Kürt kardeşlerimiz büyüyünce bu kitabı okuyacaklar, biz kardeşleri olan Türkler için ne düşünecekler dersiniz?..
İşin garibi bu kitap hala Türkiye’de satılıyor, okunuyor, bir türlü de tekzip edilmiyor, düzeltilmiyor.
Ve Usta’nın bu elle yazılmış gerçekler karşısında ‘seve seve Türkiye’ye geldiler’ deyişi Mesud Barzani’nin ‘Barzaniler ve Kürt Ulusal Hareketi’ kitabının yanında hiçbir anlam ifade etmiyor.
Hele ki Usta’nın ‘Megri Megri’ çığrışları altında Barzani’yi kucaklayışının gelecek nesillerde Türk düşmanı Taşnakçı bu Barzani’ye olan ilgiyi daha da arttırabileceği ise hiç düşünülmüyor.
Yoksa bunu bilerek mi yapıyorlar diyen bir soru da aklımıza hep takılıyor.
Kitap:
Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak
[1] Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, s. 25, UM;AG Yayınları, 2012.
[2] Rohat Alakom, Xoybun ve Ağrı Ayaklanması, s. 12.
[3] Rohat Alakom, Xoybun ve Ağrı Ayaklanması, s. 56. Toplumsal Tarih Dergisi, s. 29, Yıl: Kasım 1998,
[4] Ahmet Uçar, Tarih ve Düşünce Dergisi, Aralık 2002.
[5] Bozdağ, Kürt İsyanları, s. 111.
[6] Ahmet Uçar, Barzaniler, makale, Osmanlı Araştırmalar Vakfı, Tarih ve Düşünce Dergisi, Aralık 2002.
[7] Ahmet Uçar, Barzaniler başlıklı makale, Osmanlı Araştırmalar Vakfı, Tarih ve Düşünce Dergisi, Aralık 2002.
[8] Mesud Barzani, “Barzani ve Ulusal Kürt Hareketi”, cilt I, s.50.