41. Gün.. ‘Ben Bilmiyordum Kim Biliyordu’

Kim Biliyordu..
Baştan beri ben tüm bu anlatılanları yaşadım.
1992 yılında bildiğiniz gibi Şemdinli Hudut Tabur Komutanı idim. ‘Postal öpücü’ peşmergeler Yeşilova Hudut Bölüğü üzerinden bize gelir, görüşmeler yapılırdı, benle de değil karakol komutanına giderlerdi. Barzani’nin nasıl adım adım nasıl güçlendiğini orada gördüm.
Savaş sonrası ‘onbinlerce silahlı pkk’ demiştim, onun da canlı tanığıyım, ağır çatışmalara girdik, elli kişilik karakola beş yüzden fazla teröristin saldırdığını gördüm.
Sadece sayı da değil, o dönem bizde olmayan yüksek kapasiteli silah ve teçhizata sahip olduklarını da gördüm; roketatarlar, uçaksavarlar, havanlar, gece görüş dürbünleri, termal kameralar, telsizler…
Hani şu Osman Öcalan vardı ya, işte o Hakurk alan sorumlusuydu, saldırıları o yönetiyordu. Teröristlere ağır kaldırmayacakları kadar ağır bir darbe vurulmuş olsa da 74 vatan evladı benim yanımda şehit düştü hala acısını yaşıyorum ve bugün medya ve siyaset görmezden gelse de bu katil yargılansın diye çaba gösteriyorum.
Şimdi o yıllar tekrar tekrar gözlerimin önünden geçiyor da nasıl ‘bu ihaneti göremedin’ diye kendime kızıyorum.
Kızıyorum ama inanın ben 92’de Şemdinli’ye giderken sürecin kilit ismi Seyit Taha’nın bile kim olduğunu bilmiyordum.
O yıllarda bu tarikat bize öylesine yabancıydı ki biz 1949’da ABD ile imzalanan ikili eğitim anlaşmasını, kurulan komisyon başkanının ABD Ankara Büyükelçisi olduğunu, onun marifetiyle Cumhuriyet okullarının kapatılarak yerine Halidi Nakşi tekkelerin açıldığını da bilmiyorduk[1].
Önce Gümüşhanevi ardından İskenderpaşa tekkesi eliyle siyasetçilerin yetiştirildiğini, bu siyasetçilerle parti kurulduğunu, böylece ülke siyasetine yön verildiğini de bilmiyorduk, Özal’ın tarikat müridi olduğunu da.[2]
Biz Kuleli’de tarikat nedir öğrenmedik ki, Harbiyeli iken de bunu bilmiyorduk hem ilgi alanımızda değildi hem de öğretim programında böyle şeyler yoktu.
Biz bu tarikatı, bu Rabıta’yı ve aradaki siyaseti hep Uğur Mumcu’dan öğrendik. Öylesine güçlü bilgiler verdi ki bize, birilerini rahatsız etmiş olacak, sonunda canına mal oldu. Suikasta uğradı, yaşamını yitirdi.
Aslında bu suikast sadece ona yapılmakla kalmadı, düşünen beyinlere de yapıldı. Evinin önüne konulan bomba sadece orada patlamadı ki, asıl patlama Türkiye’de yaşandı. Uğur Mumcu’ya komünist yaftası yapıştırıldı, insanlarımız 12 Eylül darbesinin etkisinde aklını aydınlatacak kitapları değil okumak yakar oldu.
Cumhuriyet Gazetesi kıyıda köşede saklanır oldu ve bir daha Uğur Mumcu gibi bu karanlıkları aydınlatan çıkmadı.
Uğur Mumcu’ya bu suikast nedendi derseniz, işte bunun için, milletin gözlerine perde çekmekle bilgi akışını durdurdular göremesin diye. Baksanıza Usta bile onun yıllar önce yazdıklarını sanki şimdi öğreniyor gibi bugün bize anlatıyor, Barzani’nin arkasında İsrail var diyor.
O yılların Uğur Mumcu’sunu hatırlayanlar mutlaka Eşref Bitlis’i de hatırlayacaktır.
Biri kalemiyle Türkiye’ye yönelik tehditleri sıralarken, diğeri silahıyla bu tehditleri yok edebilmek için ölümüne çaba sarf ediyordu. Onlar aydındı, iyi insan, iyi asker, iyi komutandı.
İşin trajik yönü peş peşe aramızdan ayrıldılar. Mumcu bir suikast sonucu 24 Ocak 93’te yaşamını yitirdi. Eşref Bitlis de çok geçmeden 17 Şubat’ta bir kaza sonucu aramızdan ayrıldı.
Nasıl ki Mumcu bize veda ettikten sonra bir daha onun gibi yazan çıkmadıysa, Eşref Bitlis de aramızdan ayrıldığı zaman bir daha onun gibi bu tehdide karşı tavır alan Komutan da ortaya çıkmadı. İşte bakın pençe harekatına…
Usta’nın iktidar olduğu 17 yıllık süreçte yapılan tek kapsamlı harekattır bu ama geçmiş aradan 17 yıl, yılan beslenmiş büyümüş harekat bölgesini aşmış ta Suriye’ye uzanmış, yerel yönetimlerini kurmuş, özerkliği bile ilan etmiş ve şimdi biz Hakurk’ta terörist arıyoruz.
Ben açık söyleyeyim orada öyle çok terörist olduğunu düşünmeyiniz. Şu anda askerimize tetik çeken teröristler tepeci, fedai, gözden çıkarılmış olanlar. Diğerleri kaçtı gitti kimi Barzani’ye kimi Suriye’ye.
Hale bakın ki Usta iktidara geldiğinde Hakurk’ta sıkıştırılmış olan teröristlerin sayısı iki üç bindi, şimdi ise sayıları yüz binlerde.
Harekat dediğin Eşref Paşa gibi yapılacaktı. O askerlik hayatımda tanımakla onur duyduğum yiğit bir Türk Subayıydı, Komutan’dı.
Bitlis Paşamın Ekim 92’de başlattığı büyük harekat ABD’yi öyle kızdırmış olmalıydı ki aynı gün Muavenet zırhlımızı kaptan köşkünden Ege Denizinde vurdu ama ABD’ye bu hesap hiç sorulmadı. Öte yanda Türkiye, bu olayla Eşref Bitlis harekatı arasındaki bağı hiç zaman kuramadı belki de kurmak istemedi.
Bakın şimdi yine aynı bölgeye harekat yapılıyor ama ne Barzani’den ne de Muavenet zırhlısını sırf bu nedenle vurmuş olan ABD’den çıt bile çıkmıyor, neden?
Oysaki aynı ABD Bitlis Paşa’nın harekatını durdurabilmek için Muavenet zırhlımızı vurmamış mıydı?
Öyleyse şimdi bu sessizlik niye?
Çünkü onlar da biliyor bundan bir sonuç çıkmayacağını.
ABD’nin bu düşmanca tavrına karşılık Bitlis Paşa yine de durmamıştı. Bugün dahi başımıza bela olan terörü kökünden bitirebilmek için harekatı sürdürdü ta ki Aralık ayına kadar. Ama kış geldi, zorunlu oldu, harekat durdu.
Şubat geldi, Bitlis Paşa ebediyete intikal etti, harekat da belirlenmiş hedeflerine ulaşamadan bitti.
Sonra ne oldu?
Ne olacak Özal gitti terör örgütüyle Mart 93’te ateşkes yaptı.
Bitlis Paşamın ağır darbe vurduğu örgüt yeniden toparlandı ve çatışmaları Türkiye’ye taşıyarak her yeri yaktı yıktı, ocakları söndürdü, köyü köylüyü katletti.
İşte size söylediğim göçler bu süreçte yaşandı hani bugün sığınmacıları el bebek gül bebek elde tutan bu siyasetin o yıllarda görmezden geldiği göçler.
Ne acıdır ki göçlerin altındaki Çiller ve Özal siyasetini bugün aklama çabası içinde olan zihniyetler ‘köy yaktılar, ölüm kuyuları kazdılar’ diyerek bu ağır trajediyi örtülediler ve suçu da Türk Ordusunun üzerine attılar hatta kod Ergenekon diyerek örgüte karşı can pahası mücadele vermiş subaylarımızı da yargıladılar.
Devamını biliyorsunuz zaten.
Bugüne kadar hiç kimse Muavenet olayıyla Eşref Bitlis harekatı arasındaki dış politik bağı;
Bitlis’in uçağının düşmesiyle Özal’ın terör örgütü ile yaptığı ateşkes arasındaki korkunç ilişkiyi;
Çiller’in görmezden geldiği göçlerle bugünkü HDP’nin arkasındaki halk desteği arasında var olan trajediyi hiç kimse görmedi, aradaki bağı kurmadı.
Oysaki Muavenet üzerinden ABD’nin örgüte verdiği desteğe; Özal’ın ateşkesi üzerinden örgütün ardındaki siyasete; göçler üzerinden HDP’nin gerçek yüzüne ulaşılabilir, her şey aydınlatılabilirdi ama yapmadılar. Allah aşkına bugün PKK terör örgütünün yargılanmadığını, hakkında açılmış bir çatı dava dahi olmadığını Türkiye’de kaç kişi biliyor, bunu kaç kişi söylüyor?
Biz o yıllarda Taşnak Hoybun da nedir bilmiyorduk.
Bediroğulları kimdir nedir bilmiyorduk, şimdi bile gidin bir kitapçıya Taşnak Hoybun hakkında yazılmış bir kitap dahi bulmanız zordur.[3]Tek bir kitap var o da bulabilirseniz, Editör Selim İleri’nin kaleme aldığı ‘Taşnak-Hoybun’ isimli kitap, başkası yok!
Bakın kitapçılara, Cumhuriyet okullarının kapatılışı yerine tekkelerin açılışıyla kendini gösteren ABD ile Türkiye arasında imzalanmış ‘Eğitim İşbirliği Anlaşması’nı konu alan bir kitap bulabilecek misiniz?
Her yönüyle bunu ele almış tek bir kitap var, o da Haydar Tunçkanat’a ait 1975 basımlı ‘İkili Anlaşmaların İçyüzü’ adlı kitap.
Arayın bakalım bulabilecek misiniz, belki sahaflarda.
Bizim zamanımızın çocukları tarikat şeyhlerinin çıkardığı isyanları bilmez, bakınız yine kitapçılara bir tane dahi Halidi Nakşi şeyhlerinin isyanlarını anlatan kitap bulabilecek misiniz?
Bu alanda yazılmış olanların biri değil üçü değil tamamı ‘Anadolu’da Kürt İsyanları’ diye geçer ama hiç kimse bu ülkede ortaya çıkıp da ‘Kürt olmayan birinin kalkışması nasıl Kürt isyanı oluyor’ diye sormaz.
‘Bu isyanlar neden hep bu tarikatın şeyhleri tarafından tezgahlanmıştır’ diye sorgulayanımızın sayısı da oldukça azdır.
Zaten bu kitaplarda Cübbeli Ahmet’in isyancı şeyhleri anlatılmaz, tarikat anlatılmaz, ‘şu isyan şu tarihte şu tarafından yapıldı’ der geçer ama sebep sonuç ilişkisini açıklamaz. Ve bu kitapların adı ‘Cübbeli’nin İsyancı Şeyhleri’ hiç olmaz, hep ‘Kürt’ isyanları olur.
Bakmayın bize içimizdeki öfke ve acıyla ne zaman kitap kurdu olduk, işte o zaman gözlerimize örtülü perde açıldı, iş değişti, Mumcu’nun yaktığı meşalenin ışığı altında buralara kadar gelebildik.
Öte yanda…
Masum halkımızın bu isyancı şeyhlerin peşinden nasıl sürüklenmiş olduğunu da kimse anlatmaz, neden?
Çünkü bilen yazmadı, yazanlara da yaşam hakkı kalmadı. Şimdi nasıl yazılabiliyor diyorsanız, her şey artık açığa çıktı da ondan.
Öyle hızla yol aldılar ki artık ‘şimdi yazılsa ne olur ki nasıl olsa atı alan Üsküdar’ı geçti’ diye düşünüyorlar.
Diyeceğim o ki biz göremedik o yıllarda Türkiye’nin en yüksek okullarından biri olan Harbiyeli olmamıza rağmen biz göremedik. Ama ne zaman ki 91 Körfez savaşı başladı, ne zaman ki bu ‘üç beşçapulcu’ harp gücü yüksek silahlarla karakollarımıza köylerimize insanlarımıza saldırır oldu işte o zaman biz uyandık, sadece ben değil çoğumuz.
Aynı zamanda şaşkınlığa düştük ‘nereden çıktı bu teröristler ‘diyerek.
Düşününüz o yıllarda bir Özal sevgisi vardı, insanlar artık cebinde dolar taşıyabiliyor, hayali de olsa ihracat yapabiliyordu, para bollaşmıştı, Özal gülüyordu tıpkı Usta’nın yürüdüğü gibi.
Biz yılların genç bir binbaşısı olarak sahip olduğumuz düşünce yapısıyla bir devlet adamının ihanet edebileceğini asla düşünmedik, düşünemezdik, beynimizin kılcal damarlarında ‘ihanet’ kelimesiyle yüksek bir devlet makamı yan yana asla yer alamazdı.
Özal ‘üç beş çapulcu’ deyince biz inandık, Özal ‘bir koyup üç alacağız’ deyince biz hep Türkiye’nin ulusal çıkarları gereği bu olmalı diye düşündük. Bizim de gözlerimizdeki perde dediğim gibi bu Körfez savaşıyla açıldı.
Şehitlerimizin acısı toplumu harekete geçirdi, en azından ABD’yi de PKK’yı da Barzani’yi de sorgular olduk. Belki elimizde somut bir kanıt olmadığı için düşündüklerimizi yüksek perdeden dile getirememiş olsak da en azından bu sorgulayan düşüncelerin beynimize hücum etmesine hiç engel olmadık.
Biz tam on yılımızı hudut boylarında terör ve kaçağa karşı mücadeleyle geçirirken aklımızda tek düşünce vardı, teröristleri yok edebilirsek terör de biter diye düşünüyorduk.
Şimdi görüyorum da İçişleri Bakanı Soylu’yu, ‘dağda yüz iki yüz terörist kaldı, terörü bitiriyoruz’ diyen sözlerini duyuyorum da şaşırıyorum.
İşte Pençe harekatı, görüyorum Hulusi Akar’ı, ‘terör bitecek’ diyen sözlerini duyuyorum da aklım başımdan gidiyor.
Soruyorum kendime, şimdi dahi istese ‘Türk Ordusu bu terörü bitirebilir mi’ diye. Hayır, bu siyasetle Türkiye terörü bitiremez!
Allah aşkına hem bu PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanan ABD ile müttefik olacaksın, hem de bu projenin siyasi ayağı olan Barzani’yi güçlendirecek anlamda işlere imza atacaksın sonra da kalkıp ‘ben terörü bitiririm, bitiriyorum’ diyeceksin hiç akla yatar mı bu!
Teröristlerle çatışmadık mı? Çatıştık.
Bu mücadelede şehit vermedik mi? Verdik.
Yıllar geçti yıllar sonuç ne oldu?..
2002’de Irak kuzeyinde sıkıştırdığımız teröristler, sayıları iki üç bin olan teröristler, şimdi sınırları aşıp Suriye’de Fırat’ın doğusunda sayıları yüzbini aşkın bir güce dönüştürüldü; bölgede insanların ve kaynakların yönetimini ele geçirdi, ordusu var bayrağı var, yakındır onların da Barzani gibi bağımsızlık referandumuna gitmesi.
Peki nasıl oldu bu iş, kim yaptı bunu kim?
Ekranlara müdavim konuk olarak çıkmak kolay, ‘asker isteseydi terör biterdi’ demek kolay hatta ‘asker rant sağladığı için terörü bitirmedi’ demek de kolay ama bunu söyleyenlerin hepsi işin aslında gerçeği bilmediğinden değil, cin gibi biliyorlar ama…
Vazifeli bunlar, Türk Ordusunun Türk milletinin yüreğinde yer alan güven ve sevgiyi hedef almış siyasi ayağı destekleyen medya tetikçileri bunlar.
Dolayısıyla bugün ortada gizli saklı hiçbir şey kalmadı artık.
Asker polis jandarma teröristle elbette mücadele etti ama ülkeyi yönetenler terör üzerinden siyaset yaparak aldığı yanlış karar ve yaptığı yanlış uygulamalarla baştan beri izlediğimiz küresel siyasi projenin bir parçası durumuna geldiği için terör bitmedi, bitmiyor ve bu süreç hala işliyor.
Bu durumda dünyanın en güç ordusu da olsanız, tüm çabanız boşadır çünkü bu süreç içimizden işletiliyor.
Gelecek bölümde Usta ile nasıl tanıştığımı anlatacağım..
Not: Manşette görülen resim, yıl 1992, Binbaşı Sarızeybek Şemdinli İki Yaka Dağlarında.
Kitap:
Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak
[1] Erdal Sarızeybek ‘Büyük Suikast’/ Kürt Gerçeğinde Görmediklerimiz, Destek Yayınları,2014.
[2] Erdal Sarızeybek ‘Saray’daki Gizli Tarikat, DestekYayınları,2016.
[3] Erdal Sarızeybek ‘Yanlış İttifak/ Cemaat ve Barzani, Destek Yayınları,2015.