45/46.. İki Bölüm Birden.. ‘En Uzun Gece’

Şimdi düşüyoruz, o geceyi düşünüyoruz…
15 Temmuz’da ‘Fetö hücrelerini kim harekete geçirdi ve ne için’ diye sorduğumuzda, hep bir ağızdan cevap veriyorlar. Fetullah Gülen harekete geçirdi diyorlar.
İyi tamam da ona bu cüret ve desteği kim verdi?
Cevap yok.
Usta ‘bu kalkışmayı yapan Fetö’dür’ dediğine göre, iade talebi hariç ‘ABD’yi de bu kalkışmadan hiç sorumlu tutmadığına göre, kalkışmayı yapan da hep aynı Fetö olduğuna göre, ona bu desteği kim ne için verdi?
Bu sorunun mutlaka bir cevabı olmalı.
Yine düşünüyoruz…
Bu kalkışmanın hedef kimdi, diye sorduğumuzda yine hep bir ağızdan cevap veriyorlar. Hedef Usta’ydı, diyorlar. Bunu da varlık ve bekaya bağlayıp hedef Türkiye’ydi, iç savaş çıkarılacaktı diyorlar.
Öte yanda hedefin Türk Ordusu olduğunu düşünenler de. Hedef Türk Milleti ve Cumhuriyet diyenler de var.
Sırayla gidelim…
Türkiye’de bir iç savaş senaryosu başta ABD ve Avrupa olmak üzere kimin işine gelirdi ki..
Neden gelmiyor?
Allah aşkına baksanıza paranın merkezlerine…
Borsa’nın yüzde 80’i yabancıların elinde dönüyor. Bankalar öyle, sigorta şirketleri öyle. Çılgın proje dedikleri, dev projeler, dünyada eşi yok dedikleri tüm bu büyük işlerin içine bakınız hepsinde yabancıların parası var.
Özelleştirme denilerek satılan fabrikalarımıza bir bakınız bakalım, en büyükleri kimlerin elinde?
Yani Türkiye’de iç savaş çıkmak senaryosu pek akla yatmıyor. Hedef Türkiye’yi ele geçirmekti diyenlere o zaman ‘Darbe başarılı olsaydı eğer Hükümet kim olacaktı’ diye sormak gerekiyor.
Bu da zaten bizi aranılan siyasi ayağa götürüyor.
‘Efendim darbenin hedefi Erdoğan’dı ‘diyenler var.
Peki Usta 17/25 Aralık darbesiyle devrilmiş olsaydı, AKP iktidardan düşecek miydi ki?
Türkiye’de bu siyaset değişecek miydi?
Yeni lider zaten hazır değil miydi: Abdullah Gül.
Abdullah Gül o süreçte AKP liderliğinde seçime girmiş olsaydı, Usta’dan daha az mı oy alırdı dersiniz.
Kaldı ki Usta iktidardan düşerse Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihten mi silinecekti ki?
Bu ülke Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü kaybetti ama Türkiye yıkılmadı. Aksine kendine yeni liderler buldu ve yoluna devam etti.
Yani bu olasılık da zayıf görünüyor.
Şimdi aynı soruyu farklı bir biçimde soralım ve bu kalkışmadaki hedefin Türk Ordusu, Türk Milleti ve Cumhuriyeti olduğunu düşünenler için de bir cevap arayalım…
Soru şu: 15 Temmuz kalkışması kime ne fayda sağladı?
Bu kalkışmanın Türk Ordusuna bir fayda sağlamadığı kesin.
Türk Milletine de bir fayda sağlamadığı kesin.
Peki ya ABD ve İsrail?
Elbette bu ikiliye hem de büyük fayda sağladı.
Türkiye’yi hedef almış BOP gibi, Büyük İsrail projeler karşısında en büyük engel olarak görülen Türk Ordusuna yakın tarihinin en ağır darbesi vuruldu üstelik kendi içinden!
Bu noktada ortaya çıkıp ‘hedef Türk Ordusu değildi’ diyenler de var ama…
Türk Ordusu kendi içine sızdırılmış kripto hücreleri eliyle sırtından hançerlenecek, ağır yara alacak daha tedavi bile edilemeden apar topar Suriye’ye gönderilecek.15 Temmuz sonrasında da mevcut anayasal sistem içerisindeki ağırlıklı yerini kaybedecek..
Devlet protokolünde Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı eski adıyla Başbakan’dan sonra gelen en itibarlı 4’ncü sırayı kaybedip Milli Savunma Bakanlığına bağlanacak..
En büyük asayiş, istihbarat ve özel harekat gücü olan Jandarmayı kaybedecek, atama gücünü kaybedecek. Milli Güvenlik Kurulundaki ağırlıklı pozisyonunu kaybedecek..
Öte yanda ta Osmanlı’dan gelen tarihi askeri okulları kapatılacak, hastaneleri kapatılacak, tersaneleri satılacak, kışla arazileri satılacak, daha ne sayarsınız sayın…
Ve şimdi siz çıkıp ‘hedef Türk Ordusu değildi’ diyeceksiniz, hiç akla yatar mı bu?
Bu noktada söyleyebileceğim tek bir söz var, o da şu; bir komploda asıl zararı gören kimse hedef odur ve dünyanın her yerinde de böyledir, hiç değişmez!
Öte yanda…
Siz siyasi iktidar olarak bu cemaati el üstünde tutacaksınız.
Türkçe olimpiyatları deyip yerel yönetimler eliyle destekleyeceksiniz.
‘Hocaefendi, muhterem Hocaefendi’ diyerek cemaatinin liderini sanki İslamiyet son bulmuş, yeni bir din doğmuş, sanki o da bu dinin yeni dini lideriymiş gibi masum halka örnek göstereceksiniz.
Bu Cemaate gösterdiğiniz sıra dışı ilginin bir sonucu olarak, ihalelerden tutun ticarete, okullardan tutun dershanelere, esnaftan tutun devlet kadrolarına giden yolun bu Cemaatten geçtiği algısını kamuoyunda yaratacaksınız.
Sizin yaptığınız tüm bu iş ve eylemlerden dolayı güç kazanan bu Cemaatin lideri orduya ve devlete komplo kuracak.
Sonra siz ortaya çıkıp ‘Allah da millet de affetsin’ diyerek kendinizi sorumluluktan sıyıracaksınız ama millet yargılanacak, öyle mi?
Bugün 15 Temmuz kalkışmasının sonuçlarına bakıldığında, bu nedenle soruşturma geçiren, yargılanan, işten atılan sivil sayısının askerden fazla olduğu açıktır.
Bu durum gösteriyor ki, Türk Ordusu kendi sırtından hançerlenmekle kalmamış, Türk Milleti de kendi içinden vurulmuştur.
Bu durumda kalkışmanın hedefinde ordu yoktu, millet yoktu demek, pek akla yatmıyor?
Burada halk dediğimiz, millet dediğimiz bizzat Usta tarafından ifade edilen, Cemaatin ibadet tabanıdır. Yani ticaret değil, ihanet değil!..
Kalkışmanın hedefinin Cumhuriyet olduğunu düşünenler için sözümüz var ama biraz sonra…
Peki öyleyse ABD ve İsrail bir yana, belli ki bu kalkışma orduya fayda sağlamadı, millete fayda sağlamadı, öyleyse kime yaradı?
İster sivil ister askeri olsun her darbe bir siyasi komplodur. Amacı ya mevcut siyaseti güçlendirmek ya da değiştirmektir.
Bunun en trajik örneği 27 Nisan askeri muhtırasında yaşanmıştır.
Sözüm ona irtica üzerinden yapılan bu askeri komplo her nasılsa mevcut siyaseti değiştirememiş aksine güçlendirmiştir. 2002’de %34 oy alabilen bu siyaset, bu askeri komplo sonucunda 2007 seçimlerinde oylarını, %46.58’e yükseltebilmeyi becerebilmiştir.
Dediğim gibi böylesi komplolar ya mevcut siyaseti değiştirmek ya da bu siyaseti güçlendirmek için yapılıyor, başka bir amacı yok!
Bu noktada mevcut siyaseti değiştirmek demek, baştan beri izlediğimiz Türkiye’yi hedef alan küresel projeye karşı dik duracak bir siyaseti getirmek demektir.
Türkiye örneğinden gidilecek olursa mevcut siyasetin değişmesi demek en başta ABD ve İsrail’in Ortadoğu politikalarına karşı çıkmak demektir.
Suriye’de muhaliflerle değil merkezi hükümetle işbirliği yapmak.
Barzani’ye ‘hop dur, yeter artık’ demek.
Kaynaklarımızı satmak değil aksine devletimizin eliyle yönetmek ve güçlendirmek. Bir olan bu milleti etnik, din ve mezhep farklılıkları temelinde ayrıştırmak değil aksine birliğimizi güçlendirmek anlamına geliyor.
Peki bu hain kalkışma sonrasında Türkiye’nin başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu politikası değişti mi?
Peki ya komployla mevcut siyaseti güçlendirmek ne demek..
Türkiye’ye karşı konumlanmış olan küresel siyasi projeye hız kazandırmak. Böylece ABD ve İsrail’e açık ve tam destek vermek anlamına geldiğini bir kenara yazalım.
Şimdi sadece sonuçları üzerinden gidilerek olaylara bakıldığında, 17/25’in zorlaması sonucu olarak yarıda bırakılmış olan kumpasın, 15 Temmuz’da Türk Ordusu kendi içinden vurularak tamamlanmış olduğunu söylemek mümkün.
Üstelik..
İlk kumpasta yapıldığı gibi akıl ötesi sahteciliklere başvurmaya gerek kalmamış. Araziye silah ve cephane gömmeye, dijital veriler üzerinde oynayarak sahte delil üretmeye, işbirlikçi medya eliyle ‘Türk Ordusu Fatih Camini bombalayacaktı’ gibisinden manşetlerle haklı kışkırtmaya hiç gerek kalmamış.
Bir önceki kumpas soruşturmasında eksik olan ne varsa hepsi tamamlanmıştır.
Artık silahlar vardır. Halka sıkılan kurşunlar vardır. Yaşamını yitiren insanlarımız vardır.
Yani Türk Ordusunu içinden vuran bu Fetö’nün kripto hücreleri Kod Ergenekon soruşturmasından gerekli dersleri çıkarmış, eksikliklerini tamamlayabilmek için gerekli olan zamanı da bulmayı becerebilmiştir.
Oysaki..
17/25 Aralık vakasından hemen sonra bu yapının terör örgütü olduğu ilan edilmiş ve devletimizin tüm gücüyle mücadeleye başladığı söylenmişti bize.
Hatta Usta, arada geçen bu zaman içerisinde Fetö’ye karşı mücadelenin iyi yürütüldüğünü savunmuş, ‘Şayet 17-25 Aralık girişiminin ardından yargıda ve emniyet teşkilatında gerekli operasyonları yapmamış, gerekli tedbirleri almamış olsaydık, 15 Temmuz’un rengi çok daha farklı olabilirdi’ demişti.
Ama ne oldu?
Bu kalkışma yine de önlenemedi.
Kalkışmayı önleyemeyen Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar şimdi kalkışmayı önleyemeyen hükümetin Milli Savunma Bakanı oldu. Emekli olanlar hariç komuta heyetinin tepe kadrosu hala görevde hatta bir üst makama getirildi.
Haklarında açılmış tek bir soruşturma dahi yok.
Kalkışmayı zamanında haber alıp zamanında Hükümeti uyaramayan Milli İstihbarat Müsteşarı da hala yerli yerinde duruyor tıpkı kabine üyeleri gibi.
15 Temmuz’dan bugüne üç yıl geçti(Yıl 2019).
Yargılamaların kimi bitti kimi ise sürüyor. Ama kim bu Fetö hücresi, kalkışmayı planlayan, tezgahlayan, harekete geçiren tıpkı Usta’nın dediği bu üç katlı çetenin ün üst katına çöreklenmiş ve Türk Ordusun yönetim kadrosuna sızdırılmış bu ihanet hücresi kim?
Türkiye bunu hala bilmiyor.
Bunda medyanın payı büyük olsa da Usta’nın da payı büyük olmalı demiştim çünkü banka faiz oranlarından insanların kaç çocuk yapması gerektiğine kadar her alanda konuşan Usta, iş bu Fetö hücrelerine gelince nedense konuşmuyor.
‘Fetö hain’ diyor, ‘bunlar çete’ diyor ama iş kalkışmayı yapan ve çete dediği bu yapının en üst katına çöreklenmiş bu hücreye gelince, isim vermiyor.
Hal böyle olunca toplum endişeli.
Bir şeyler döndüğünü hissediyor, anlıyor ama devletin zirvesi kalkışmanın üstüne örtülmüş perdeyi açmayınca göremiyor.
Göremeyince de endişesi sürüyor.
Aslında bu endişenin kaynağında sadece bu kalkışmanın hala koruyabildiği gizemi yatmıyor. 15 Temmuz’la ilgili sorular kendine bir cevap bulamadığı için gelecekten duyulan endişe yatıyor, ‘bundan sonra başımıza ne gelecek’ diyen bir endişe.
Bu noktada toplum sabırla yargılama sürecinden çıkması gereken sonucu bekliyor.
Özellikle de kalkışmayı planlayan tepe yani en üst kattaki ihanet çetesinin açıklanmasını bekliyor.
Ancak yargı kilitlenmiş.
Her ilde ayrı ayrı davalar görülüyor. Anadolu’daki yargılamaları ise bir çırpıda ‘müebbet müebbet’ deyip bitirdiler bile.
Bu yargılama şekliyle toplumun aradığı sorular bir cevap bulabilir mi derseniz. Hayır, bulamaz. Bu yargıya şu soruyu soralım o zaman:
‘44 polis şehidimizle harekat merkezinden çekilen o üç mesaj arasındaki bağı çözdünüz mü siz?
Malatya Ordu Komutanı ile Genelkurmay harekat merkezi arasındaki bağı çözdünüz mü siz? Nasıl çözebileceksiniz ki Ankara’daki dava ayrı yürüyor, Malatya’daki dava ayrı yürüyor. Muğla’daki dava ayrı yürüyor, Genelkurmay karargahındaki dava ayrı yürüyor.
Böyle nasıl çözebilirsiniz ki?
İşin en ağır trajedisi ise…
Bu tespitler bir yana, bugün bu ülkede ne Fetö’ye ne de PKK terör örgütüne karşı açılmış bir çatı dava olmayışıdır.
Evet, yanlış duymadınız. Doğrudur bu iki örgüte karşı açılmış bir çatı dava yoktur. Görüyorsunuz işte asker ayrı yargılanıyor, sivil ayrı yargılanıyor. Üstelik yargılanan asker de her ilde ayrı ayrı yargılanıyor.
Memleketin en akıllısı siz olsanız da, bu davalar arasındaki bağlantıyı kurmanız mümkün değil!
Çünkü yargılamalar kişiler üzerinden gidiyor, örgüt üzerinden gitmiyor. Her kişi işlediği iddia edilen suçtan tek başına yargılanıyor, örgüt olarak değil!
Hep birlikte görüyoruz işte Boydaklar ayrı yargılanıyor, imamlar ayrı, F Tipi ayrı.
Hepsi bir çatı altında toplanmadan ve birbirileri arasındaki bağ ortaya çıkarılmadan bu örgütün ne olduğunu çözülebilir mi?
Kaldı ki bile bile bu yargılama usulünü seçtiklerine göre, büyük resmin belki de görülmesi istenmiyor.
Ama iş Türk Ordusuna gelince, böyle yapmamışlardı.
Kod Ergenekon demişler, tüm asker ve sivil kişileri Silivri’ye göndermişlerdi. Tek bir çatı dava altında hepsini yargılamışlardı.
Peki bu Fetö için, bu PKK için tıpkısının aynısı neden yapılmadı ki?
Öte yanda..
PKK terör örgütü hakkında açılmış bir dava bile yok, dedim. Doğrudur.
Bugüne kadar açılmış olan davaların hepsi kişilere yönelik bireysel suçlar, bireyler yargılanıyor ama örgüt tüm ayaklarıyla birlikte yargılanmıyor.
Allah aşkına örgütbaşı Öcalan nasıl yargılandı?
Bir tek kendisi yargılandı. Bir tek ona ceza verildi, örgüte değil!
Böylece gözlerine perde çekilen toplum bir bütün halinde ne Fetö’yü görebildi ne de PKK’yı.
Bu madalyonun bir yüzü, bir de öbür yüzü var…
Nasıl ki bir zamanlar Kod Ergenekon kumpas soruşturmasını eleştirenler ‘Ergenekoncu’ denilerek takibata maruz kaldıysa, şimdi bırakın eleştirmeyi, ‘niye engellenmedi bu kalkışma, neden zamanında gereken tedbirler alınmadı’ diyerek vakayı sorgulayan düşünceler bile soruşturmaya uğrayabiliyor.
Daha ötesi hep aynı medya üzerinden hedef gösterilebiliyor.
Diyeceğim o ki Fetö’nün askeri kanadı denilerek açılan bu yüzlerce davalar birleştirilmeden, asker sivil ne olursa olsun hepsi tek bir örgüt çatısı altında toplanmadan, bu ülkede hiç kimse 15 Temmuz’da ne olduğunu bilemez.
Bu hem bir trajedidir hem de bize silahlı ayağın Türkiye’deki siyasi ayak tarafından nasıl himaye gördüğünü ortaya çıkaran güçlü bir kanıttır.
Ama istenirse çözülür, bu işler çözülür.
Türk Ordusuna Kumpas mı Kuruldu
Bu noktada 15 Temmuz’da ’kim ne yaptı’ diyerek kendi başıma soruşturma yapacak değilim.
Ancak..
15 Temmuz’un ihanete düşmüş tepe noktasını açıklamak yerine ‘sen kaçtın ben kaçmadım, sen saklandın ben saklanmadım’ diyerek böylesine ağır bir vakanın, tıpkı Cübbeli örneğinde olduğu gibi, magazinleştirilerek örtbas edilmesine de taraftar değilim.
Burada ordumuzdan konuşuyoruz, devletimizden milletimizden konuşuyoruz, varlığımız ve bekamızdan konuşuyoruz, bu işin şakası bile olmaz!
Hepimiz o geceyi yaşadık, gördük, ekranlardan izledik.
Bilinen o ki kalkışmanın merkez noktası Genelkurmay Karargahıdır.
Yurdun dört bir köşesinde askerin sokağa çıkmasına yol açan mesajlar bu karargahtan çekilmiştir. Düğüm oradadır.
Bu mesajların yazılması emrini kim vermiş, kim yazmış, kim imzalatmış, kim harekat merkezine gidip bu mesajları çekmiş?
Bana sorarsanız, bu düğümün çözülmesi için ilk önce oradan işe koyulmak gerekiyor.
Ben diyorum ki onları bulun, bu mesajları yazanı da yazdıranı da çekeni de bulun diyorum.
Bunu da neden diyorum?
Çünkü Türk Ordusuna asıl darbe Ankara ve İstanbul’da vurulmadı. Asıl darbe Anadolu’da vuruldu. Ordunun temeli olan disiplin ve emre itaat duygusu maniple edilerek darbeye dönüştürüldü.
Bunu da işte karargahtan çekilen bu mesajlarla yaptılar. Ordu, kolordu, tugay ve alay komutanlarının büyük çoğunluğu böylece tasfiye edildi.
Bu düğümü çözmenin kolayı var.
Çıkarın askeri öğrencileri kursiyerleri ve erleri, bakın bakalım merkez Ankara ve İstanbul’da kalkışmayı yapan kaç kişi?
Çıkarın bakalım Ankara’da alçaktan uçuş yapan jetleri, sağa sola bomba atan helikopterleri, kalkışmayı yapan kaç kişi?
Alın bunları, getirin bakalım yan yana. Anadolu’da kalkışmanın bu iki merkeziyle hiçbir bağlantısı olmayan ancak işte bu mesajlar yüzünden darbe soruşturmasına uğrayan kaç kişi?
Şimdi diyeceksiniz ki onların suçu yok mu?
Elbette var. Öyle ya da böyle Vali’nin onayı olmadan askerin sokağa çıkması suçtur. Elbette ki suçtur. İl İdaresi kanunu bu konuda açık ve net.
Kanuna karşı gelenler elbette yargılanacak hak ettikleri cezayı bulacak.
Ancak..
Kalkışmayı tezgahlayan Genelkurmay karargahındaki Fetö hücresinin asıl amacının darbe yapmak değil de Türk Ordusunu darbe tuzağına çekerek tasfiye etmek olduğu ortaya çıkarılabilirse eğer, iş değişir.
Bu durumda bu kripto hücrenin Genelkurmay karargahında çevrilen işlerden haberi olmayan ordu, kolordu, tugay ve alay komutanlarına darbe görüntüsü altında tuzak kurulduğu ortaya çıkar ki bu da bizim araştırılmasını söylediğimiz konuların ne denli büyük bir önem taşıdığını ortaya koyar.
Açık soruyorum;
Bu darbe değil de Türk Ordusuna Kod Ergenekon’la kurulmuş olan kumpasın devamıysa ve bu kumpas kripto casus hücreler eliyle yapılmışsa, bunu araştırmak devletin görevi değil midir?
Öyle ya 17/25’te Usta’ya karşı darbeyi yapanlar da böylesi kripto hücreler değil miydi?
Bu kalkışmanın İkinci düğüm noktası ise Gölbaşı’nda polislerimizi şehit edenlerdir.
Pilotlara emri veren kimdir?
Bu emri alıp da tetiği çeken kimdir?
Bunlar ortaya çıkarılmalıdır.
Allah aşkına hiçbir şeyden haberi olmayan, kalkışmayı durdurabilecek bir güce de sahip olmayan Polis Özel Harekat merkezini bombalamanın anlamı neydi ki? Neden yaptılar bunu?
Sonuç bombalandı mı, evet; 44 polisimiz şehit düştü mü, evet; peki bunu neden yaptılar, 44 polisimizi şehit etmekle neyi hedeflediler?
Daha bu haber televizyonlara düşer düşmez halkın yüreğinde büyük bir öfkenin doğmasına yol açtılar. Sokağa çıkmış olanları da askere karşı galeyana getirdiler. Bu galeyana gelenler arasından vatan hizmetini yapan ancak emirle sokağa çıkarılmış masum er ve erbaşlarımızı katledenler de çıktı.
Usta bunun üzerine bir kanun yaptı. Bu katillerin yaptığı eylemi suç olmaktan çıkardı, yargılanmadılar.
Peki şimdi darbeye sürüklenmiş bu askerler için karar verildi. Hepsi masum denildi ve beraat ettirildi. Bunu siz de biliyorsunuz ben de biliyorum.
Peki şimdi katledilen o masum erler ne olacak? Katledenler ne olacak? Cezasız mı kalacak?
İnanın düşündükçe insanın aklı almıyor. İşleyen beyin yoksa Türk Ordusuna yine kumpas mı kuruldu, diye sormadan edemiyor.
Aynı pencereden aynı manzara İstanbul’da köprüyü üstelik tek taraflı tutmuş olan askerlere bakıldığında da görülebiliyor;
O askerlerimizi her kim oraya sürüklediyse, kalkışmanın bir sonuç vermeyeceği anlaşıldığında dahi askerlerimizi sabaha kadar orada tuttular. Geri çekmediler. Saatlerce canlı yayında seyrettirdiler ve masum erleri şehit haberleriyle galeyana getirilmiş halkımızla karşı karşıya bıraktılar.
Meclise bomba atanlar, Ankara Emniyet Müdürlüğünü helikopterden tarayanlar, bunlara ateş emri verenler tek tek incelenmelidir.
Zaten Usta demedi mi bu üç katlı bir çetedir; tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet’ diye.
Taban dediğiniz ne ki?
Görüyoruz işte çaycı simitçi baklavacı börekçi, memur, işçi emekli diye gidiyor…
Ortası dediğiniz ne ki?
Görüyoruz işte milletin inançlarını paraya tahvil edenler, onlara zaten işlem yapılıyor, burada asıl mesele en üst kat yani tavan!
Şimdi sadece sonuçlarına bakılarak 15 Temmuz için şunu demek mümkün;
‘Ordunun küresel siyasi projeye direnişi etkisizleştirilmiş gibi görünüyor.
Komuta heyeti dağıldı. Okullar hastaneler kapatıldı. Türk milletinin ordusuna olan güveni çok ağır bir darbe aldı. Kalkışma sonrası sanki önceden planlanmış gibi bir seri yapılan düzenlemelerle ‘Yeni Türkiye’ ve ’Yeni Ordu’ya doğru hızla yol alınmaya başladı.
‘Bu değişiklikler ‘önceden planlanmış gibi’ dedim, doğrudur.
Eğer ki siz bir gecede askeri okulları askeri hastaneleri kapatabiliyorsanız, bunların yerini alacak yapıları da elbet düşünmüşsünüz anlamına gelir bu.
Kaldı ki Arınç’ın dediği gibi bu iş ‘bir gecede olmuş bitmiş bir iş’ değil!
Bana sorarsanız her şeyi isterseniz bırakın ama bu iki düğüm çözülmeli.
Türk Ordusunun sırtından hançerlenişini sineye çekemiyor bu yürek!
Bu kripto hücreler açığa çıkarılsın ki bir daha asla böylesi bir ihanete Türkiye uğramasın!..
Neden bu kadar üstüne basa basa söylüyorum?
Bu dünyada ister sivil ister askeri darbe olsun, hepsinin bir siyasi hedefi var. Kimse ‘hadi bu gece ortaya çıkıp bir darbe yapalım’ demiyor.
Mutlaka bir projenin ayağı olarak hareket ediyor.
Böylesi küresel oyunlara akademik dilde komplo deniliyor. Ve böylesi komplolar bir ülkede ya mevcut siyaseti değiştirmek ya da güçlendirmek için yapılıyor.
Yani ordumuza sızdırılmış bu işbirlikçiler işin gerçeğinde Türkiye’ye karşı konumlanmış küresel siyasi bir projenin ayağı ve bu siyasi ayağın ortaya çıkarılabilmesi için mutlaka Türkiye’yi hedef almış küresel projelerin açığa çıkarılması gerekiyor.
Şimdi karşımızda duran büyük resmin bir ucuna bu gözle bakılması gerekiyor.
Öyle ya hem halkın önemli bir kesimini içine alan bir cemaati büyütüp beseleyeceksiniz, devlet eliyle güçlendirilen bu yapıyı kripto hücrelerle harekete geçirip ister Cumhurbaşkanına isterseniz de Türk Ordusunu karşı kullanacaksınız hem de öyle komplolar kuracaksınız ki komplocular açığa çıkmayacak ve siz de hedefinize adım adım hiçbir engelle karşılaşmadan ulaşabileceksiniz, olur mu böyle bir şey!
Öte yanda…
Elimizde veriler var. Bilgiler var. Bu kripto hücreleri bize duyuran bir Türk subayı, adı Haydar Tunçkanat. 1921 Bandırma doğumlu, Havacı kurmay albay.
Kitabın adı ‘İkili Anlaşmaların İç Yüzü’.
Tunçkanat acık açık diyor ki
‘Bu Amerikalılar, Türkiye’ye yolladıkları asker ve sivillerin bir kısmını -ailesi Türkiye’den kaçmış veya çıkarılmış- etnik gruplara mensup Rum ve Ermenilerden ve özellikle de Türklere düşman kimselerden seçiyordu’ diyor ve bunlar eliyle çeşitli örgütlerin kurulduğunu açıklıyor.
Bunu söylediği yıllar 60’lı yıllar, şimdi yıl 2019.
Bu bize neyi gösterir?
Bu bize hem Fetö’nün üç katlı yapısının en üst katında(ihanet) yer alanların hem de Türk Ordusuna sızdırılan ve ordumuzu içeriden vuran tetikçilerin bu çerçevede dikkatle araştırılması gerektiğini gösterir.
Demiştim size, 30 yıl orduda şerefle hizmet etmiş bir Türk subayı olarak bir daha söylüyorum.
Ben bir Türk subayının Gölbaşı’ndaki polis özel harekat merkezine bomba atıp 44 polisimizi şehit edebileceğine hala inanamıyorum.
İstediğiniz kadar tarikat deyin, cemaat deyin, istediğiniz kadar Hollandalı Van Bruinessen’in dediği gibi rabıta ayinleri deyin ve bu ayinlerinle insan aklının elinden alındığını hatta kendilerine uçuruma atabilecek kadar çıldırmış olabileceklerini ileri sürün, ben hala bir Türk subayının sanki içindeki kin ve nefreti, intikam hissini dışa vururcasına Türk polisini bombalayabileceğine aklımı inandıramıyorum.
Elimizde böylesi çarpıcı veriler var iken Türk Ordusunu sırtından vuran, Türk Milletine silah çeken, insanımızı polisimizi askerimizi katleden bu hainlerin gerçek yüzünün ortaya çıkarılmasını istiyorum.
Ben size izlenmesi gereken yolu da gösteriyorum;
Bu kalkışmanın en hassas noktası tetik çekenler ve tetiğin çekilmesi için verenlerdir, bunların sayısı çok değil, istenirse eğer araştırılabilir ve Tunçkanat’ın dile getirdiği örgütle bir bağları olup olmadığı ortaya çıkarılabilir.
Şimdi Türkiye’ye karşı konumlanmış bir küresel siyasi proje var ve bunun ayakları Fetö’yle birlikte Ermeni Taşnak Hoybun’a gidiyor.
Barzani yayın organı Rudav’da neler yazılıp çizildiğini açıkça gördünüz, bu örgüt hala yaşıyor.
Usta ve ortağı Bahçeli’nin sıkça dile getirdiği asıl beka meselesi bence bu olmalı.
Varlığını ve bekasını düşünen bir devlet olası hiçbir ihtimali gözardı etmeden bu Taşnak Hoybun’un devlet teşkilatına sızmış kripto hücreleri üzerine gitmeli.
Sonuç olarak kod Ergenekon kumpasıyla 15 Temmuz kalkışması arasındaki bağ, birinin diğerini tamamlamış oluşudur.
İlkinde düşürülemeyen Türk Ordusu ikincisinde kendi içinden vurulmuş, milletiyle karşı karşıya getirilmiş, sonuçları hem ordu hem millet açısından çok ağır olmuştur.
Ve bu iş bitmiş değil!..
Bu noktada hatırlayalım dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bu kumpasın hedefinde ‘Türk Ordusu ve Türkiye Cumhuriyeti vardı’ demişti.
Buradan Fetö’nün yarınki hedefinin Cumhuriyet olacağı, buna giden yolun da anayasadan geçtiği ortaya çıkıyor.
Bu demektir ki Fetö bu son hedefine ulaşabilmek için mutlaka başını gömdüğü kumdan çıkaracak ve bu kez silahlı terör örgütü olarak değil, medya desteğinde sivil toplum örgütü olarak yani kılık değiştirerek çok yakın zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin karşısına yeniden çıkacaktır.
Niye artık silahlı değil?
Çünkü kendine hedef aldığı Cumhuriyet silahlı değil, bütün gücü anayasada.
Bu anayasayı Cumhuriyetin altından çekip alabilirseniz silah kullanmaya artık gerek kalmıyor, temel direkleri zaten yıkılmış oluyor, mesele bu.
Bu durum kalkışmanın hedefinde ‘Cumhuriyet’ olduğunu düşünenleri haklı çıkarıyor.
Bu bir kehanet mi derseniz, değil.
Birlikte başladığımız bu yolculuğun sonunda karşımıza çıkan bir sonuçtur.
Bunu açıklamak da bizim, ordumuza devletimize ve milletimize bir vefa borcumuzdur.
Ben hep parasız yatılı devlet okullarında okudum, yetim hakkı kul hakkı parayla yemek yedim, büyüdüm. Şimdi ülkemizi yönetenlerin dikkatine bu bilgileri sunuyorum:
‘Anayasaya dikkat’ diyorum, anayasaya dikkat!..
Gözlerinizi yeni anayasa deyip yapılacak işlerden ayırmayınız.
Bakınız eğer Türk, Atatürk gibi bizi biz yapan değerlerimiz, Cumhuriyeti Cumhuriyet yapan değerlerimiz anayasadan çıkarılmaya cüret edilirse eğer, daha ötesini saymaya hiç gerek yok. Yüzyıllardan beri değişen bir şey de yok demektir.
Bu da demektir ki Türkiye tıpkı Atatürk’ün dediği gibi Büyük Suikast’la yeniden karşı karşıya!
Şimdi Usta’nın Göremediği Siyak Ayak çerçevesinde ele aldığımız konuların birinci düğümü 91 Körfez Savaşı, ikinci düğümü 2003 Körfez savaşı olunca, iş haliyle bugünkü Suriye’ye geliyor ve burada yeniden son kez düğümleniyor.
Bu da bizi doğal olarak Türk Ordusu neden Suriye’de sorusuyla, Suriyeli sığınmacılar neden Türkiye’de sorusuna götürüyor…
Gelecek bölümde ‘Hudutlarımızda Rusya’ onu anlatacağım..
Kitap:
Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak