100. Yıl

6.. ‘Arınç’ın ‘Ona Soracaklarım Var’ Dediği Albay Benim’

“Ey Oğul! Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene acı!                                                                                    Şeyh Edebalı”

Piyade ve Jandarma subay okullarında yaptığı eğitim ve öğrenimi bir kenara koyar isek Erdal Sarızeybek 1978-2000 yılları arasında jandarma teşkilatının iç güvenlik, eğitim ve hudut birliklerinde komutanlık yaptı.

1990 Fransa stajı, 1996 Paris Askeri Ataşe yardımcılığı görevleriyle bilgi ve tecrübesini geliştirdi.

2000 yılında Manisa İl Jandarma Komutanlığı’na atandığında emsallerine göre askeri kariyerinin en üst sırasındaydı. Otuz yıllık askerlik hayatında kazandığı tüm bilgi ve tecrübeyi burada ortaya koydu, iyi ve güzel sonuçlara tanık oldu.

Açıkça söyleyebiliriz ki Manisa’da mesleğinin zirvesine ulaştı. Bölgede emniyet ve asayişin tesisinde gösterilen başarılar bir yana, elde mevcut tüm imkanlarını halkın hizmetine ve yardımına sunarak, mahalli kuruluşların da desteğiyle, hizmet etmenin gururunu yaşadı.

O dönemde Yunt Dağları’na fakir köylümüz için zeytin fidesi dikmekten, Spil Dağı’na halka açık piknik alanları yapmaktan tutun, traktörlere kaza önleyici reflektör takmaya kadar, asli görevinin ötesinde, jandarma halka yardım ve hizmet götürdü. 

Burada bir de Bülent Arınç olayı yaşadı, yasaların verdiği yetkiyle görevini yaptı. Ama iş siyasete dökülünce TBMM Başkanlık koltuğunda oturan bu itibarlı kişilerin olayları nasıl siyasi çıkarları uğruna çarpıttığına tanık olacak ve bundan dolayı devleti adına büyük bir üzüntü duyacaktır.

Ayrıca Van’da yapmış olduğu il jandarma ve hudut görevleri sonucu olarak siciline ‘bir üst komutanlık görevleri yapamaz’ notunun düşüldüğünü de Manisa’da öğrendi. Bu sicillerin altında bir albay, iki tuğgeneral ve bir korgeneralin imzası vardı; Albay Orhan Bey, Tuğgeneral Bekir Bey, Tuğgeneral Mustafa Bey ve Korgeneral Kemal Bey.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne bu sicillerin iptali için dava açtı.

 Dosyasını 1973 yılından başlayarak inceleyen Yüksek Mahkeme her iki sicil işlemini de yönetmeliğe aykırı bularak iptal etti.

Askeri yargının bu alanda almış olduğu ilk karar oldu bu.

Bu iptal işlemi de nedense hep Sarızeybek aleyhine işleyecek ve onu bu kez askeri değil sivil yargıda hesaplaşmaya kadar sürükleyecektir.

 İnsan ne bilsin önceden başına gelecekleri…

**********

Elimizde olsaydı eğer kısa çizerdim bu yazgıyı, kısa ve sade. Yalansız dolansız, yüreğin sevgiye açık olduğu bir sayfada ve belki de bir subaşında tıpkı su gibi berrak bir yol ama olmadı.

Düşünüyorum da hayallerimiz memleket gibiydi bizim, iyiyse iyi kötüyse kötü.

Bizim akıl yürüttüğümüz yıllarda memleket iyiydi, en azından öyle görüyorduk. Bakmayın siz 70’li yılların çatışmalı geçen sağ sol olaylarına, gelecekten belki de hiç endişe duymadık biz. Endişesiz yıllarımızda elimizde kalem olsaydı, inanın kısa yazmak isterdik her şeyi, alın yazımızı en başta, kısa ve sade, gösterişsiz, açık.

O süreçte insanlar sokaklarda vuruluyordu demeyin sakın, çünkü baktığınız yere bağlıdır gördükleriniz.

Harbiye penceresinden bakıyorduk biz ve ‘bir ordumuz var, onun güvencesinde yaşar bu ülke ve bir şey olmaz’ derdik ne vatana ne de cumhuriyete.

Çatışmaysa eğer o yılların endişesi, Harbiye üniforması altında neyi ne kadar görebilirsiniz ki, her ülkede olur der geçersiniz çünkü cumhuriyetin bekçisi ordu vardı yanımızda, sağımızda, solumuzda.

Cumhuriyetin bekçisi ordu mu olur derseniz, o da başka bir konu ama o yılların düşüncesini size açıklamaya çalışıyorum, düşünce buydu.

Hatırlayınız 12 Eylül askeri darbesini, milletimiz büyük bir çoğunlukla ayakta alkışlamadı mı? Neden?

Çünkü güveniyorduk. Dolayısıyla geleceği güvende gören bir insanın sınır ötesi düşleri pek olmuyor.

Oysaki Cumhuriyeti de Devleti de Vatanı da Demokrasiyi de koruyacak olan millettir.

Aklı hür vidanı hür, cumhuriyetin erdemlerine inanan, insan hak ve özgürlerine sahip çıkan, yargının bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü kişilerin keyif ve çıkarlarına asla teslim etmeyen bu millet!..

Bu ülkede her şeyin sahibi millettir.

Bu devleti de kuran bu millettir.

Millet devletine, anayasal özelliklerine ve kurumlarına ne kadar sahip çıkarsa, hiç kimse buna aykırı hareket edemez ne ordu ne siyaset!..

Çıkan olursa hesabı soracak olan yine millettir.

Orduyu güç yapan, siyasileri alıp başına taç eden de bu millettir, dolayısıyla Cumhuriyet öylesi yüksek bir değer ki tek başına hiç kimseye hiçbir kuruma emanet edilemez. Cumhuriyeti koruyacak olan da millettir.

Dolayısıyla temeli sağlam olmayan bir güven aslında geleceği görmemizi de engelliyormuş, sonradan fark ettik.

O dönemde sorunların geçici olduğunu düşünüyor, farklı çözüm yollarına da pek uzanmıyorduk. Elimde olsaydı eğer alnımıza kısa yazardım bu yazıyı ve sade, dememiz de bu yüzden. Sakin bir yaşam, güvenli bir yol, pembe hayallerle süslenmiş bir yazgı yeterdi bizim için ama öyle olmadı, çünkü hiçbir şey göründüğü gibi çıkmadı… 

Ne şimdi ne geçmişte şan ve şöhret için oyun kurmayı hiç düşünmedik biz.

Taktik ve strateji bilen bizler isteseydik yapardık, ama yapmadık. Yapamayacağımız sözler vermedik, buna karşın verdiğimiz her sözün de ardında durduk adımız kadar sanımız kadar, yaşımız ve rütbemiz kadar.

Makam ve mevki için karanlık oyunların kenarından dahi geçmedik biz.

Kendi öz güvenimizle sağladığımız mesleki kariyerimiz zaten bütün dünyamızdı, farklı bir dünya için de düşler kurmadık biz.

Şimdi önümüzdeki yol, bu yazgı bizi siyasete ve siyasilerle karşı karşıya getirmiş ise eğer, bu bizden değil onların dünyasının karanlık oluşundandır.

Askerlik ötesi siyasi çizgiye yaklaşan bu kalemi tutan bu eller aslında silah tutuyordu bir zamanlar, mücadelesi can alan teröre karşıydı, işimiz buydu bizim. Ne zaman ki bu gözler karanlığın ardında siyasilerin parmağını gördü, işte o zaman başladı zaten amansız bir mücadele, hala da sürüyor, sürecek de.

Bizimkisi mertçe, açık, düz, onların ki ise sinsice olduğu için ve de güçler denk olmadığı için ortalığın karmakarışık olması bu yüzden, su berrak değil kirletenler var.

 Olsun.

Bu iyiye işaret, bu siyasetin ipin ucunu kaçırması sonucu kör gözler dahi artık görür oldu bu ülkede neyin ne olduğunu.

Hepimiz vatan ve cumhuriyetimizin bir ucundan tutuyoruz artık, koşullar ne olursa olsun mücadele başlamıştır, varlığımızı korumak ve yaşatabilmek için son nefesimize kadar sürecek olan bir mücadele.

Bu noktada başarının sırrı gerçeğe ulaşmakta yatıyor, var olduğunu düşündüğünüz bir tehlikenin kaynağında kimin ve neyin olduğunu görmekte yatıyor, bu satırlar bu amaç için yazıldı, başka bir neden aramayın…

‘Ya Gazi Paşa Duyarsa’ adı altındaki sözlerimiz özünde tarihi bir vesikadır.

Ordumuz içinde bazı kişilerin şahsi duygu ve düşüncelerini kutsal görevimize nasıl yansıtmış olduğunu belgeler.

Amacımız, bunun yanlış olduğunu hem o kişilere hem de topluma anlatabilmekti, bu amaçla yazdık ve gerçeği anlattık.

Ordu bizimdir ve başka bir ordumuz da yoktur.

Ordumuza yön veren yüksek komuta heyetinde yer alan şahsiyetlerin duygularının etkisinde hareket etme hakkı da yoktur tıpkı sivil devlet adamlarının olmadığı gibi.

Kitapta yer alan Arınç olayı iki nedenle kamuoyuna açıklanmıştır; birincisi, devlet adamlarının itibarlarını özenle korumaları gerektiği; ikincisi ise TBMM Başkanlığı gibi yüksek bir makama oturan şahsiyetlerin makamlarından güç alarak siyasi oyunlara girişmelerinin doğru olmadığını gelecek nesillerimize anlatabilmek içindir.

Bizim dünyamızda milletin sahibi olduğu bu devlet en büyük güçtür ve hiç kimse bu gücü şahsi ve siyasi çıkarları için ne orduya ne millete karşı kullanamaz.

Olması gereken bu iken yaşadıklarımız ne yazık ki aksi düşüncede olanların varlığını açığa çıkarmıştır.

Üzücüdür ancak buna biz neden olmadık…

Biz 2000 yılında Manisa’ya tayin olduğumuzda Bülent Arınç  Manisa Milletvekili idi, Fazilet Partisi’nden, ne kendisini tanırız ne de ailesini. Protokol gereği Vali Bey’le yapılan karşılama ya da resmi ziyaretler esnasında görmüşlüğümüz olabilir, hepsi o kadar.

Biz devletin bir jandarma alay komutanı olduğumuz için, siyasi iktidarın adı ya da milletimizin vekillerinin adı ve partisi bizi ne heyecanlandırır ne de görevlerimizin icrasında ayrımcılık yaratır.

O milletvekilidir bizim için, biz de yasaların uygulayıcısı ve koruyucusu. 

3 Kasım 2002’de Arınç’ın partisi %34,63 gibi bir oy alarak çarpık seçim yasasından istifade ile tek başına iktidar olur iken de biz Manisa’da görevli ve yetkili konumdaydık, ondan önce de.

Yani biz siyasetin adamını atadığı bir makamda değil, devletin liyakate göre atadığı bir makamda görevliydik.

Biz, medyanın yanlış haberleri üzerinden algılatıldığı gibi dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ı izlemek, soruşturmak ya da annesinin evini arayıp bulmak için Manisa’ya atanmadık, bir atanma geçmişimiz var tıpkı Arınç’ın siyaset geçmişi olduğu gibi. Bir önceki görevimiz Van Hudut Alay Komutanlığı gibi önemli ve hassas bir makamdı.

Yeni mezun doktor iken Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olarak da atanmadık biz, adım adım merdivenleri yukarı doğru çıkarak, takım komutanlığından sırasıyla bölük, tabur ve alay komutanlığı görevlerini başarıyla yerine getirmek suretiyle Manisa’ya ulaştık.

İzlediğimiz yolun yükseklerde yer alan doğal bir durağıydı burasıydı.

Kamuoyunda ‘Arınç’ın annesinin evini aramışlar’ algısı ve yanlışıyla ortaya çıkan ama aslında gerçeği yansıtmayan bu mesele, yanılmıyorsak eğer 2003 Temmuz ayında başladı. Kaldı ki o tarihte biz Fransa’da görevliydik.

Avrupa Kolluk Kuvvetleri müşterek tatbikatında Türk Jandarmasını temsilen gitmiştik. Daha biz Fransa’da iken, il merkezinde görevli bir üsteğmenin Spil Dağı’nda yasa dışı işlerin döndüğüne ilişkin bir istihbarat aldığı ve operasyon için geri dönüşümüzün beklendiği bir süreçti bu.

Gönül isterdi ki bunlar hiç yaşanmamış olsun ama yaşandı.

Yine gönül isterdi ki devlet makamları böylesi olaylara konu olmasın ama oldu ve biz yapmadık bunu, onlar yaptı, onlar neden oldu.

Şu an size bunu anlatmak dahi devletimiz adına zor oluyor bizim için, çünkü bu devlet bizim ama gerçeğin ne olduğunu da bilmelisiniz.

Ne zaman ki..

2009 yılına gelip de emekli orgeneral Şener Eruygur kod adı Ergenekon davasından tutuklanınca ve kendini dahi savunamaz bir hale düşürülünce ve de Bülent Arınç ortaya çıkıp 2003 yılında Manisa’da yaşanmış bu olayı yeniden gündeme taşıyarak bu savunmasız kişiye saldırmaya başlayınca..

Size bu satırları yazmak da insani bir borç oldu bizim için…

Hatırlayınız o dönemde Arınç annesinin evini Eruygur’un arattığını söylüyordu ama bu doğru değil, çünkü Arınç’ın annesinin evi Manisa’da hiç aranmadı.

Arınç bu olayı Eruygur’un tertiplemiş olduğunu söylüyordu ama bu da doğru değil, çünkü bu olayda hiç tertip yoktu.

Arınç özellikle Eruygur’un kendisine, partisine ve siyasi görüşüne yönelik bir kasıttan dolayı bu olayı düzenlemiş olduğunu söylüyordu ama bu da doğru değil, çünkü bu olayın Eruygur’la hiç ilgisi yoktu.

Hatırlayınız Arınç’ın o tarihlerde yapmış olduğu açıklamaları[1]:

“Arınç, halen cezaevinde olan emekli Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un talimatı ile 2003 yılında annesinin evinin ‘irtica’ gerekçesiyle aranmak istenmesine ilişkin de ilk kez konuştu. Arınç, ‘Eruygur hasta. İyileşsin konuşacağım’ derken ev aramasını yaptıracak olan Erdal Sarızeybek’i ‘Efsane Albay diye şişirilen kişi’ diye niteledi”.

 Arınç’ın sözlerine şöyle devam etti;

“Sayın Eruygur’un rahatsız olduğunu, tedavi gördüğünü biliyorum. İyileşsin o zaman konuşurum. Ancak Show TV’nin efsane albay diye şişirdiği bir insan var (Erdal Sarızeybek). Eruygur’un talimatı ile yaptı. Onun da kafasında öbür tarafa yaranmak, general olmak vardı. Kayseri’de Abdullah Bey’le, Manisa’da benle, başka yerlerde de bir başkası için sürekli istihbarat toplanıyor, incelemeler yapılıyordu. Daha fazlasını söyleyemem. İyileşsin ondan sonra söyleyeyim.”  

Arınç’ın bu açıklamaları hem ekranlarda hem de yazılı medyada geniş yer buldu ama dedim ya güçler eşit değil diye, o duyurabildi ama ben size sesimi duyuramadım.

Bizim düşünce sistemimizde kamuoyunun hassasiyetlerini tespit ederek ve bu hassasiyetlere de bir acınma duygusu ekleyerek siyaset yapmak ve bundan siyasi çıkar sağlamak diye bir tavır yoktur.

Yine bize göre devletimizin yüksek makam ve mevkilerine seçilmiş olan kişilerin sevgi ve iyi niyetle hizmet ederek itibar kazanmak var iken, devletin kurumlarını siyasete bulaştırarak oy devşirmeye çabalaması da düşünülemez, kabul edilemez.

Ve nihayet bizim için itibar insanın hizmete dönüşen sevgisindedir, yüreğindedir, makam ve mevkiyle itibar kazanılmaz.

Biz bu pencerelerden Arınç olayına baktığımızda yasal bir olayın manipüle edilerek siyasette kullanılmış olduğunu apaçık görmekteyiz. 

Çünkü bu meselenin başlangıcında ne Arınç vardır ne de annesi…

Olaylar, Spil Dağı’na izinsiz dini eğitim merkezleri kurmuş olan bir yapının, savcılıktan alınan yetkiyle ve Manisa İl Merkez Jandarma Komutanlığınca aranmasıyla gelişti. Bu bölgede yapılan arama sonucunda yurt içi ve yurt dışında örgütlenmiş bir organize yapı ortaya çıkarıldı ve bu yapıda yer alan adreslerin incelenmesi sonucu jandarma yine savcılık kararıyla, Arınç’ın annesinin evine yöneldi.

Kaldı ki belgelerin gösterdiği adrese gidilerken bu adresin Arınç’a ait olduğundan da kimsenin haberi yoktu.

Gerçek budur.

O tarihte dönemin Jandarma Genel Komutanı olan Şener Eruygur’un, dönemin istihbarat Başkanı olan Levent Ersöz’ün ve aynı başkanlıkta görevli Atilla Uğur’un Manisa’da gelişen ve yerel adli makamların kontrol ve yönetiminde yapılan bu soruşturmaya müdahilleri asla olmamıştır, olamaz da.

Neden olamaz?

Eruygur Paşa’nın adli suç soruşturmalarında mahallin jandarmasına emir verme yetkisi yoktur sadece personel, araç, gereç gibi hizmetin gerektirdiği ekipman konusunda destekleyebilir, onu da talep etmedik biz.

Genel Komutanlığın bir bağlısı olarak bizi arayıp gelişmeleri sormuştur, doğrudur.

Peki o sormayacaktı da kim soracaktı?

TBMM Başkanı olan bir şahsiyeti doğrudan ilgilendiren adli bir soruşturma var iken elbet takip edecekti, elbet düzenli rapor vermemizi isteyecekti, zaten vazifemizdi bu bizim. Soruşturmaya konu olan TBMM Başkanı olmasaydı da bir Milletvekili olsaydı ya da üst düzey bir kamu görevlisi olsaydı yapılacaklar yine değişmezdi, değişmedi de zaten.

Kaldı ki kanunu uygulayan ve koruyan kişileriz biz, hep yasaları uyguladık biz, karşımızdakinin makamına mevkisine bakarak soruşturmaya hiç yön vermedik biz!

Peki Arınç ne bekliyordu bizden, ne yapılacaktı?

Anayasal düzeni değiştirmeye kadar giden bakış açısına sahip bu illegal yapıya göz mü yumulacaktı?

Neden? Arınç işin içinde diye mi?

Ne yani bu ülkede hukuk yok mudur, kanun yok mudur, demokratik hukuk devletinde kanundan öte bir kişi olabilir mi?

Peki, bu ülkede herkes Bülent Arınç’ın sözlerine kulak verirken, aynı Arınç’ın annesine ait bir evin bu illegal sistem içerisinde ne işi var diye sorulmaz mı hiç?

Öyle ya jandarma durup dururken mi bu adrese yönelmiştir, hayır.

Peki jandarmayı bu yöne sevk eden olaylar nedir, hiç mi sorulmaz bu?

Kitap: ‘Türk Ordusu Nereye’


[1] Sabah Gazetesi, 29 Ocak 2009 günlü, “Arınç 28 Şubat süreci bitti” başlıklı haber. .

Başa dön tuşu