Bülent Arınç.. ‘Kumpasın Neresinde’

Her şey Temmuz 2003’te, Bülent Arınç’tan gelen bir telefonla başladı…
O TBMM Başkanı, biz Manisa’da İl Jandarma Komutanı bir albay. O sordu biz cevap verdik, ama bu telefon sonrasında bütün hayatımız değişti, alt üst oldu ve olmadık işler karşımıza çıktı.
Hatırlayınız, Manisa’da annesine ait bir evin jandarma tarafından aranmak istendiğine ilişkin haberler ajanslara düştüğünde, Arınç’ın önce ekranların karşısına geçip ‘O albaya soracaklarım var’ deyişi ama hemen ardından geri çekilmesiyle biz siyasetin ve hukukun hedefinde bulduk kendimizi.
Ardından da siyasetin güç kazandırdığı özel hukuku eliyle olmadık işlerle karşı karşıya bıraktı bizi.
Hani sıradan bir haksızlık olsa kader deyip sineye çekerdik ama bu kader değil kasıt, planlı ve programlı, komplo derseniz işte en alası.
Bu noktada yıllar, olaylar ve kişiler göz ardı edilmeyecek kadar dikkat çekicidir:
Yıl 2003, şimdi Kod adı Balyoz denilerek anlatılan yıllar.
Yıl 2003-2004, Ayışığı, Deniz Feneri, Yakamoz gibi kod adlarıyla anlatılan yıllar.
Ve kişiler: Bülent Arınç, Yalçın Tanfer, Savcı Zekeriya Öz ve şürekası
Yıl 2007-2013, Kod Ergenekon soruşturmasının fırtına estirdiği yıllar…
Ve olaylar: Fetullah Gülen’in Manisa örgütlenmesi, Arınç’ın annesine ait bir evde arama yapılmak istenmesi, Arınç’ın telefonu, Tuncay Güney ve Yalçın Tanfer’in sıra dışı tezgâhları.
Sadece bu değil, daha da geriye gidildiğinde yıl 92-93, terörün zirve yaptığı yıllar, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Bitlis olayı, 93 Özal-PKK ateşkesi, göçler, şehitler, sığınmacılar ve hepsinin ortasında biz.
Ben bu sürçlerin tamamını yaşadım.…
İnanınız bu sayılan yıllar, olaylar ve kişiler sanki Bülent Arınç’ın telefonuyla harekete geçirildi ve hepsi bir olup yeniden üstümüze gelmeye başladı. Arınç aynı zamanda, bilerek ya da bilmeden, Türk Ordusuna yönelik algı operasyonlarını da tetikleyen kişi oldu.
Zaten o gündür bugündür ordumuza ve şahsımıza yönelik siyasi ve hukuki saldırılar hiç hız kesmedi. Belliydi ki artık nedeni olmadığımız olaylar bizi hem bu siyasete hem de bu siyasetin hukukuyla karşı karşıya getirecekti, bu artık görülebiliyordu.
Şimdi bizim soracaklarımız var ama önce yapılan haksızlıkları ve hukuksuzlukları size anlatmalıyım…
*****
Arınç’ın bu siyasi manevrasıyla birlikte harekete geçen ilk yargı makamı Savcı Zekeriya Öz oldu.
Türk Ordusunu hedef almış kod Ergenekon kumpas soruşturması sürdürüldüğü sırada, 30 Nisan 2007 tarihinde bizi tanık sıfatıyla çağırdığını, İstanbul Levent’teki bürosunda iki saat sorguladığını, Türk Ordusu aleyhine ifade istediği ancak verdiğimiz ifade tutanağa geçirilmediği için mağdur edildiğimizi ekranlardan açıklamıştım.
Aynı zamanda komuta kademesine yönelik bir oyun kuruluğunu da açıklamıştım.
Aslında bu iş bu noktada bitmeliydi ama öyle olmadı.
Zekeriya Öz bize ne sormuştu?
Öz bana ‘Seni harcamışlar albayım, sen ifade ver biz hesap soralım’ demişti.
‘Harcamışlar’ ifadesinden kastı şuydu: ‘tam yükselme yılında emekliye ayrıldın, belli ki sana bir kumpas kurulmuş’ gibisinden laflarla beni ordumuz aleyhine ifade vermeye yönlendirmek istiyordu.
Öz’ün bu tavrı zaten daha işin başında ‘bir şeyler döndüğünü’ işaret ediyordu. Ama o dönem koşullarında bunu sadece benim bilmem yetmiyordu, kamuoyunun da bu karanlık oyunu görmesi ve bunu bilip tavır alması gerekiyordu.
Bu yüzden ekranlara çıkıp ta 2007 yani kumpasın başladığı ilk yıldan itibaren gerçeği anlatmaya çabaladım.
Neredeyse tüm televizyon kanallarından ‘Zekeriya Öz Türk Ordusuna kumpas kuruyor’ diye haykırdım. Demek sesim güçlü çıkmamış olacak ki ülkemizi yönetenler ve yargı beni duymadı.
Toplum bilse de yargı harekete geçmediği için haykırışlarım yeterli olmadı.
Bir ara siyaset ve yargının bu vurdumduymazlığı canıma tak etmiş olacak ki, tüm internet sitelerinden şu duyuruyu yapmaya kadar sürükledi beni:
‘Ey Adalet Bakanı ve İstanbul İki Savcısı, Allah’ın Gazabı Üzerinize Olsun’
Evet, yanlış duymadınız, sizlere beddua ediyorum hem de en ağırından. Sayın Sadullah Ergin, Adalet Bakanı, yanlış değil okuduğunuz, size beddua ediyorum açık açık ve yürekten. Sayın İstanbul Başsavcısı Turan Çolakkadı, Sayın Başsavcı yardımcısı Zekeriya Öz, bu sesi işitin ve sizlere ettiğim bu bedduaları yabana atmayın. Yüce Allah’ın gazabı üzerlerinize olsun!
‘Size Beddua Ediyorum’
Bu sözlerimi duyunca hemen telaşlanmayın, ‘dava açalım filan’ demeyin, çünkü bu ülkede beddua etmek suç değil.
Gerçi yakında bu da suç olacak, bir kanun çıkarıp ‘Hükümete ve savcılara beddua edenler beş ila on yıl ağır hapis ve ömür boyu kamu hizmetlerinden men edilir’ diyeceksiniz ama şimdilik bu beddualarım suç değil, onu biliyoruz ve açık açık size beddua ediyoruz.
Ancak sizlerin yaptığı kötülüklere karşın benim yaptığım beddualar Allah katında günah ise eğer, Allah’ım beni affetsin, bunu da diliyorum…
Kıymetli okurlar, sevgili kardeşlerim, bir insana haksız ve hukuksuz yere bu kadar ağır saldırı yapılır mı ve bu saldırılara karşı bir insanın eli kolu böylesi bağlanır mı?
Diyeceksiniz ki bu öfke neden? Anlatalım…
Biz kendi halinde bir insanız. Lüksümüz yoktur, şatafatlı bir yaşantımız yoktur, otuz yıl Türk Ordusu’nda şerefle hizmet ettik, ülkemiz, bayrağımız ve insanımızdan başka hiçbir şey düşünmedik.
On yıl dağlarda gezdik, hudut boylarında terör ve kaçakçılıkla mücadele ettik, bir kuruşa el sürmedik, alnımız açık, yüreğimiz sağlam, gün geldi kendi isteğimizle emekli olduk.
Neden emekli oldunuz derseniz, Şener Paşa, Levent Paşa ile Atilla albay kalbimizi kırdı, kırıldık, incindik, bu yüzden emekli olduk, başka bir neden yoktur.
Çocuklarımız bilsin için Ya Gazi Paşa Duyarsa diye bir kitap yazdık ve başımıza gelenleri ve bize reva görülenleri açık açık anlattık.
Bu kitabı yazarken de, asla ordumuza kara çalmak ya da kötülemek gibi bir amacımız olmadı, olamazdı zaten, biz Türk Ordusu aşığı bir insanız, kitaplarımızı okuyanlar bunu iyi bilir…
Bir de bu kitapta Bülent Arınç Beyefendi’nin annesinin Manisa’daki evini aramaya kalkışmamız olayı var.
İşte her şey bu kitabı yazdıktan sonra başladı…
Savcı Zekeriya Öz bu kitabı okumuş, bizi özel olarak İstanbul’a çağırdı. Kitapta yazılanları sordu, biz de saf saf ve açık açık cevapladık tüm sorularını. Kâtip evine gitmiş deyip, iki saatlik sorgu sonrası ifademizi tutanağa geçirmedi.
Baktık ki medya bu sorguyu aleyhimizde bir propagandaya dönüştürüyor, hemen gittik olayı basına açıkladık ve Adalet Bakanlığı’na Savcı Öz’ü şikâyet ettik.
Amacımız Öz, ceza alsın falan değil, o anda kendimizi kamuoyu önünde korumaktı, bunu yapmasaydık bize ‘muhbir’ demeye dahi kalkışacak bazı alçaklar hemen ortaya çıkacaktı, bu önlemeyebilmek için yaptık şikâyetimizi…
İşte ne geldiyse başımıza, bu şikâyetten sonra geldi…
Savcı Zekeriya Öz ikinci Ergenekon iddianamesini yazmış, yazmış ama bir baktık ki bizim adımız da içinde var. Manisa’da tanımadığım bir kişi ile köstebek Yalçın Tanfer bizim aleyhimizde ifade vermiş.
Hemen kalktık gittik doğru Adalet Bakanlığı’na Savcı Zekeriya Öz’ü görevini doğru dürüst yapmadığı için bir daha şikâyet ettik. İki şikâyetimizi de reddettiler, biz ise savunmasız kaldık.
Bakın sonrasında bakın neler oldu…
Oğlum üniversitede okurken kredi almıştı, biz de yavaş yavaş geri ödüyorduk. Bir gün kapıya haciz memuru dayandı, ‘siz düzenli ödememişsiniz, ya hepsini ödeyin bir haftada ya da haciz işlemi yapacağız’ dedi. Korktuk, alışık değiliz böylesi hacizlere ve böylesi memurlara, hemen bulduk buluşturduk, parayı yatırdık.
Tam ‘oh’ derken, bir başka ödeme emri daha geldi, vakti zamanında bir mahkemeye 70 lira eksik harç yatırmışız, ‘ya hemen ödeyin ya da haciz’ diyerek yine kapıya dayandılar.
Tabi, lütfen hayal edin haciz memurlarının kapıya gelişini, evdeki hanımın telaş ve endişesini, bunları sizin hayal gücünüze bırakıyorum…
Biz bunları yaşarken, bir gün bir başka tebligat, biz bu kez şüpheli, üstelik İzmir’de çalıntı telefon satın almaktan. Tabi yine eve geldiler, yine bir telaş. Verdik şüpheli olarak ifadeyi, dedik ‘ne telefonu, ne çalıntısı…’
Bir ay sonra savcılık kararı, takipsizlik, meğer olayla bir ilgimiz yokmuş bizim.
Hemen ardından alacaklı olduğumuz bir şahıs gitmiş bir savcı bulmuş, oğlumuzu şikayet etmiş, hadi yeniden şüpheli olarak ifadeye, ama yine takipsizlik yani biz suçlu değilmişiz…
Peşinden Maliye’den bir ödeme emri daha, üstelik 10 bin lira civarında bir vergi borcu çıkarmışlar, ‘bir haftada ödeyin yoksa haciz’ diyorlar. Bir telaş koştuk vergi dairesine, incelediler, bir yanlışlık olmuş meğer vergi borcumuz yokmuş…
Halimizi siz anlayın. Tüm bunlardan AKP siyasetini sorumlu tutmuyorum ama başımıza gelenleri de sadece siz bilin istiyoruz…
Her halde bu işkenceler bitti derken, Zaman Gazetesi’nde manşet: ‘Erdal Sarızeybek PKK ile uyuşturucu işi yapıyor!’
Ardından diğer gazete ve internet siteleri sanki bu haberi bekliyormuş gibi, yüze yakın medya unsurunda aynı anda ‘Sarızeybek toz işinde’, ‘Sarızeybek PKK ile işbirliğinde’ gibisinden ne kadar terör, kaçakçılık, uyuşturucu gibi kötü kavramlar varsa hepsinin yanında ‘Sarızeybek’ adı da var, bakın işte halimize…
Yine pür telaş koştuk mahkemeye tekzip kararı aldık iki sene önce ama yayınlamadılar, hala da yayınlamadılar, davamız sürüyor…
Ardından külliyetli miktarda tazminat davası açtık…
Daha bu bitmeden Taraf Gazetesi, ‘Derecik’te ölüm kuyusu ve Erdal Sarızeybek’ diye manşet attı. Yine koştuk mahkemeye, tekzip kararı aldık ama yayınlamadılar, hala da yayınlamadılar, dava bitti kazandık ama…
Daha bu da bitmeden bu kez Star, Akşam, Bugün, Taraf ve daha birçokları, manşet ‘Erdal Sarızeybek Ergenekon Kasası’, ‘Sarızeybek Ergenekon şüphelisi’…
Yine koştuk mahkemeye, bu kez tekzip kararı alamadık ama tazminat davası açtık ama bakın sonrasında neler geldi başımıza ve neler oldu…
Van Cumhuriyet Özel Yetkili Savcısı(Şimdi bu savcı Fetö firarisi) Zaman Gazetesi hakkında açtığımız davaya bakan mahkemeye bir yazı gönderdi ve dedi ki ‘Erdal Sarızeybek PKK ile uyuşturucu işi yapmaktan şüphelidir’…
Tabi hemen davayı kaybettik, birkaç bin lira avukat ücret ödedik ve Temyiz’e gönderdik, orada kaybettik.
Ama ne oldu nasıl olduysa biz böyle davaları peş peşe kaybedince, Van Cumhuriyet Savcılığı bu kez farklı bir karar gönderdi, bu karara göre, meğer suçsuzmuşuz, PKK ile bağımız yokmuş, uyuşturucu işi de yapmıyormuşuz…
Zaten ortada ne uyuşturucu var, ne örgüt var, ne de PKK var, Şemdinli’den bir kilo bal istedik, gizli bir müneccim bulmuşlar, bu bal olmuş uyuşturucu, hepsi bu, ama davayı kaybettik biz ve ağır maddi zarar uğradık…
Gelelim Ergenekon(?) terör örgütü kasalığı ve üyeliğine…
Biz açığız, gizlimiz saklımız olmaz bizim, açtığımız davayı da kazanacağımızı bekliyoruz ama mahkemeden öyle bir karar çıktı ki biz bütün davaları kaybetmişiz!
Neden mi?
Çünkü Savcı Zekeriya Öz mahkemeye bir yazı göndermiş ve bizim için o da ‘Ergenekon Terör örgütü şüphelisidir’ demiş! Altı dava var, altı avukata ödediğimiz ücret 12 bin lira… Mahkeme masrafları filan hariç… Bir insan nasıl beyninden vurulmuşa dönerse o şekilde biz de döndük…
Şimdi biz bir emekliyiz, her emekli gibi geçinmeye çalışıyoruz…
Bir evimiz var, banka kredisiyle alınmış, ipotekli… Bir arabamız var, 98 model, 350 bin kilometrede… Yazdığımız kitaplardan gelen bir maddi destek, onun dışında bir şeyimiz yok… Ergenekon(?) kasası değiliz, örgüt üyesi değiliz, sade bir vatandaşız…
Avukatımız ise hemen parayı istiyor, yoksa hacze gelecekler diyor… Halimizi hiç sormayın…
Uçar gibi gittim İstanbul’a, evime bile haber vermeden… Doğru Turan Çolakkadı Başsavcıya gittim, dinledi ve ‘size karşı bir haksızlık yapılmış’ dedi. ‘Ama dedi ben yapmadım, gidin Zekeriya Öz’le görüşün’, dedi…
Çaresiz gittik Öz’e. Dedik, ‘Sayın Savcım, neden bu yazıyı yazdınız, neden davayı kaybettirdiniz, şimdi bu parayı nasıl ödeyeceğiz biz’, dedim.
‘Bankadan kredi çek’, dedi.
‘Banka kredi vermiyor’, dedim.
‘Öyleyse niye dava açtın’, dedi.
‘Ne yapayım Sayın Savcım, ne kaçakçılığımız kaldı, ne örgüt üyeliğimiz, ne de örgüt kasalığımız, topluma tüm bunları ben nasıl anlatacağım’, dedim.
‘Ben yazmadım, polisler yazmıştır’, dedi. ‘Ama ben ilgileneceğim, kısa sürede bir karar çıkaracağız’, dedi.
Hemen oturdum, orada bir dilekçe yazdım, alın ifademi, dedim. Ne yaparsanız yapın ama bu işi bitirin dedim. Aradan geçti üç ay, ne karar çıktı ne de düzeltme.
Aradan beş ay geçti ses ve seda çıkmayınca hem İstanbul Başsavcılığına hem de Adalet bakanlığına birer şikâyet dilekçesi gönderdim, inanır mısınız, dilekçelerime cevap dahi vermediler…
Söyleyin şimdi ben beddua etmeyim de kimler etsin, şu çektiklerimize bir bakın…
Üç yıldır telefonlarımızı dinliyorlar, banka vesaire ne varsa arıyorlar, araştırıyorlar, izliyorlar, bilgisayarlarımızı takip ediyorlar, sizce bu bıçak artık kemiğe dayanmadı mı!
Ya ailemizin çektikleri!
Ya çocuklarımız!
Ya uğradığımız ağır maddi ve manevi kayıplar!
İpotekli evimizi satıyoruz şimdi bir nefes alabilmek için, hak, hukuk, adalet mi bu!
Yeter artık! Bir ömrü verdik biz kaçak ve terörle mücadeleye, on yıl dağlarda gezdik, altı yıl gece hiç uyumadık, dört yıl nerdeyse evimiz hiç gitmedik, sonunda bunları mı yaşayacaktık biz!
Beddua ediyorum Sayın Adalet Bakanı Sadullah Ergin, adaleti kasten tecelli ettirmediğiniz için size beddua ediyorum, Allah’ın gazabı üzerinize olsun!
Beddua ediyorum Sayın Başsavcı Turan Çolakkadı, bu işi zamanında çözmeyip beni Zekeriya Öz’ün insafına terk ettiğiniz için! Allah’ın gazabı üzerinize olsun!
Size de Sayın Zekeriya Öz, başta size beddua ediyorum, beni bu işlere bulaştırdığınız için, gerçek dışı yazı yazıp haklı olduğum davalarda beni haksız çıkarıp ağır maddi ve manevi kayıplara yol açtığınız için.
Allah’ın bütün gazabı üstünüze olsun!
Sizlerden korkmuyorum, elinizden geleni ardınıza koymayın!.. Hiç korkum yok sizlerden, ister baskın deyip, ister dalga dalga operasyon deyip gelip evimi arayın!
İsterseniz düzmece CD’ler hazırlayın, ‘Sarızeybek tek başına hükümet’i yıkacakmış’ diyerek kâğıtlar yazın.
Gelin gözaltına alın! Gelin mahkemenizde tutuklayın, korkum yok!
Onur ve şerefle geçen bir ömrün sonunda yaşamı zindan ettiniz insanlara, Allah nasıl biliyorsa sizi öyle yapsın ve Allah’ın Bütün Gazabı Üzerinize Olsun!
Erdal Sarızeybek, 14 Temmuz 2011.
*****
Bu satırların yazılıp kamuoyuna duyurulduğu yıllar 2008’den bugüne kadar gelen yıllar yani mevcut siyasetin hem Zekeriya Öz’e hem de bu kumpas soruşturmasına destek verdiği yıllar.
Şimdi tarih: 15 Temmuz 2008…
O dönem Başbakanlık koltuğunda oturan Erdoğan, Ergenekon savcılarının iddianameyi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiklerinin hemen ertesi günü, ‘Bu davanın savcısıyım’ diyerek Savcı Zekeriya Öz’e hükümet desteği veriyordu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise dalga dalga gelen Ergenekon operasyonlarının gölgesinde Gülen cemaatine ait Aksiyon dergisine verdiği söyleşide; düzmece delil ve gizli tanıklarla yürütülen Ergenekon ve Balyoz davalarında verilen kararlara destek veriyor, özel görevli yargıç ve savcıları övüyordu; ‘Onlara bütün Türkiye’nin demokrasi adına büyük bir borcu var’ diyordu.
Yine dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, o dönem bir televizyon programında ‘Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sıkıntılar, sancılar bir taraftan doğum sancısıdır. Bir taraftan da bağırsakların temizlenmesidir’ diyordu.
Dönemin AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik ise Ergenekon mağdurlarına ceza yağdığı dakikalarda katıldığı bir televizyon programında ‘Şunu unutmamak lazım. Türkiye yıllardır darbe tehdidi altındaydı. Merhamet adaleti engellerse o merhametten maraz doğar. Kurda merhamet etmek kuzuya zulüm etmektir’ diyerek kumpas soruşturmasının daha da sertleşerek yürümesi gerektiğine işaret ediyordu.
O dönem AKP milletvekili olan Şamil Tayyar da gazeteci sıfatıyla Ergenekon üzerine kitaplar yazmış, Ergenekon’un masaya yatırıldığı tartışma programlarının vazgeçilmez konuklarından birisi oluyordu. Yine Tayyar gibi Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı da Ergenekon konusunda bilirkişi kesilmiş ve program program geziyordu.
O yıllar, Türk Ordusu aleyhine yürütülen kumpas soruşturmasını alkışlayanların el üstüne tutulduğu ama bu soruşmayı eleştirenlerin de hapse atıldığı yıllardı.
Ve o süreçte görülen gerçek şuydu ki beni de hapse atacaklardı. Bu amaçla izliyorlardı, dinliyorlardı, yediden yetmişe geçmişimizi araştırıyorlardı, fırsat kolluyorlardı…
İnanın korkum yoktu ve ben devletimin kurumlarına güveniyor , inanın bu kurumları yönetenlerin eliyle sırtımdan hançerlenebileceğim yine de aklıma gelmiyordu.
Şikayet ettim, önce Zekeriya Öz’ü…