Dünya

Musul ‘Nasıl Kaybedildi’

Musul’da Türk varlığı Selçuklular ile başlar. Bölge 1055 yılında Selçuklu Devletine bağlanır. Bu tarihten itibaren Türkleşen Musul, I. Dünya Savaşı sonuna kadar değişik Türk devlet ve beyliklerinin hâkimiyet sahaları içerisinde yer alır ve Türkler tarafından vatan toprağı olarak kabul görür. Musul’a Osmanlı Sancağını Yavuz Sultan Selim 1514’te Çaldıran seferiyle çeker. Kanuni Sultan Süleyman 1534-1535 tarihinde gerçekleştirdiği Bağdat Seferi’yle bu hâkimiyeti perçinler. Osmanlı döneminde Musul, Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancaklarından meydana gelen bir vilâyetin merkezi konumundaydı ve XX. yüzyılın başlarında nüfusu 350.000 civarındaydı.

PETROLÜ İŞTAH KABARTTI
Musul, Osmanlı topraklarını paylaşma yarışına girişen Batılı güçlerin iştahını kabartıyordu. Bu yarışın en temel unsuru şüphesiz petroldü. Başını İngiltere’nin çektiği İtilaf Devletlerinin Musul üzerindeki emelleri 1. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nin açılmasına sebep oldu. Basra üzerinden Irak’a giren İngiliz ordusu, Bağdat’a kadar ilerledikten sonra Musul önlerine dayandı. Bu sırada savaş bitmiş, Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında Osmanlı ordusu Musul’da idi. Musul meselesini başladığı tarih mütarekenin imzalandığı gündür. 1926 yılı Haziran ayında imzalanan Ankara anlaşmasına kadar devam eden süreçte Musul, yeni Türk devletinin karşı karşıya kaldığı en çetin mesele olmuş ve İngiltere ile savaşın eşiğine bile gelinmiştir.

MONDROS MÜTAREKESİYLE MUSUL İŞGALDE
Mütareke’nin yürürlüğe girdiği 31 Ekim 1918’de Kerkük merkezi hariç, Musul ve Musul vilâyetinin büyük bir kısmı Osmanlı Ordusu’nun elinde idi. Mütareke hükümlerine göre bölgede bulunan bütün kuvvetlerin yerlerinde kalmaları gerekiyordu. Ancak İngiliz kuvvetleri buna uymayarak ilerlemeye devam etti. İngilizler, Musul’u işgal edeceklerini söyleyerek Türk kuvvetlerinin Musul’dan 5 km. kuzeye çekilmelerini istedi. İstanbul’dan gelen talimatla Ali İhsan Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, 10 Kasım’da Musul’dan çekilerek şehri İngilizlere bıraktı.

MUSUL GÖRÜŞMELERİ
Musul için ilk görüşmeler, 19 Mayıs 1924 günü İstanbul’da başladı. Haliç konferansı olarak adlandırılan bu görüşmelerde, Türk heyetine Meclis Başkanı Fethi Bey, İngiliz heyetine ise Sir Percy Cox başkanlık ediyordu. İlk toplantıda Fethi Bey, Musul’un Türkiye’ye bırakılmasını talep etti. Buna İngilizler karşı çıktı, bir karar alınamadı.

21 Mayıs’ta, ikinci toplantı yapıldı. Bu kez, Sir Cox, Musul dahil olmak üzere Dicle’nin her iki sahilinin İngilizlere verilmesi istedi, yine karar alınamadı.
24 Mayıs’ta, yeniden bir araya gelindi ve Sir Cox, ilk talebine ilave olarak, bu kez Hakkari vilayetine bağlı Beytüşşebap, Çölemerik ve Revanduz kasabalarını da istedi.
3 Haziran’da yapılan son görüşmede ise, bu taleplerin karşılanmaması halinde meselenin Cemiyete Akvam’a götürüleceğini bildirildi . Haliç Toplantıları böylece son bulmuştu yani sonuçsuz…

CENEVRE GÖRÜŞMELERİ
İngiltere’nin teklifi üzerine toplanan Cemiyeti Akvam, konuyu görüşmek üzere her iki tarafı Cenevre’ye davet etti.
10 Eylül 1924’te, Ali Fethi Bey başkanlığındaki Türk Heyeti Cenevre’ye gitti.
24 Eylül 1924’te, Cemiyeti Akvam’da ilk genel toplantı yapıldı. Konu genel çizgileriyle masaya yatırıldı.
27 Eylül tarihindeki ikinci toplantıda, ara bir kararla Irak üzerinde İngiliz mandasını kabul edildi.
30 Eylül’de, Musul meselesi için durumu yerinde incelemek üzere bir soruşturma komisyon kurulması karara bağlandı ve komisyon çalışmalarına başladı…

AYNI ANDA HAKKARİ’DE NESTURİ İSYANI
Musul meselesi böylesi bir siyasi seyri izlerken, 7 Ağustos 1924’te, Hakkari bölgesindeki Nesturiler İngiliz planında olduğu gibi isyanı başlattılar…
İsyan, 7 Ağustos 1924 günü, Hakkari Valisi ve beraberindeki heyetin Hangediği mevkiinde pusuya düşürülmesi ile kendini gösterdi. Çıkan çatışmada Jandarma Komutanı Binbaşı Hüseyin ile üç jandarma eri şehit düştü, beş er ise yaralandı.
İsyan bölgeye yayılıyordu…

İSYAN BASTIRILDI İNGİLİZ PROJESİ ÇÖKTÜ
14 Ağustos 1920’de Bakanlar Kurulu toplanmış, isyana müdahale için Genelkurmay Başkanlığı görevlendirilmiş ve Türk Ordusu kapsamlı bir harekatı planlamaya alınmıştı.
Eylül ayında askeri harekat başlatıldı… Harekat esnasında, sonradan Hoybun-Taşnaksutyun örgütüne katılacak ve1930 Ağrı isyanını yönetecek olan Yüzbaşı İhsan Nuri firar etmiş ve beraberinde, Teğmen Rasim ve Teğmen Tevfik ile birlikte 275 eri de sürüklemiş, ayrıca 10 otomatik tüfek, 380 tüfek ve 800 kilo buğdayı gasp etmişti. 

19 Eylül günü, Nesturi isyanına destek veren İngilizler, üç İngiliz uçağı ile Bisbin’den Şiranis’e gitmekte olan 62’nci Piyade Alayı’nın 2’nci taburunu havadan bombalamaya başladılar; 8’nci Bölük Komutanı Üsteğmen Sadullah ile altı er şehit düştü, 15’i ağır olmak üzere 25 er yaralandı.
28 Eylül’de kontrol altına alınan bu isyan, 19 Ekim 1924’te tamamen bastırıldı ve askeri harekat sona erdi.
Hakkari’de bir Asur Devleti kurulmasına ilişkin İngiliz planı tutmamıştı.

Musul meselesine gelince…
Konu, Macar, Belçikalı ve İsveçli temsilcilerden oluşan üçlü komisyonun önüne bırakılmıştı.
30 Eylül 1924, komisyon kuruldu.
13 Kasım 1924’te, göreve başladı ve ilk toplantısı Londra’da yapıldı.
16 Ocak 1925’te, Bağdat ve Musul’da toplanan komisyon raporunu açıkladı; “1928 yılında bitecek olan İngiliz manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması ve Kürtlere özerklik verilmesi…”
Bu bir komisyon raporuydu, nihai kararı 16 Aralık 1925’te Milletler Cemiyeti Meclisi verecektir.

NESTURİLER VE NAKŞİBENDİ TARİKAT ŞEYHLERİ
Şimdi hepsi alt alta sıralandığında Nesturi oyunu öylesi açıktır ki, sahnenin perde arkasındaki İngilizleri ve elbette Musul’u görmemek mümkün değil. Bundan fazla söylenecek her söz boşadır. Öte yanda, mutlak bir cevap bulması gereken soru şudur; tek başına Nesturiler nasıl olmuştu da Hakkari bölgesinde yani Kürt aşiretlerinin güçlü olduğu bir bölgede isyan çıkartabilmeyi başarmışlardı? Öyle ya burası Hakkari, Seyit Taha’nın, Şeyh Ubeydullah’ın, Seyit Abdulkadir hatta küçük Seyit Taha’nın memleketi değil miydi? Bölgedeki Kürt aşiretleri bu sayılanların etki alanı içinde oynamıyor muydu?

Nasıl olmuştu da bu Nesturiler bu aşiretleri yok sayarak yani meydanı boş bularak ortaya atılmışlardı?

Türkiye’de siyaset düşünür ve yazarları nedense bu sorulara hiç cevap aramadılar. Günümüzde dahi bu Nesturiler kamuoyu tarafından tanınmıyor, Ortadoğu’da oynanan oyunlar çerçevesinde nasıl bir yer almış oldukları da bilinmiyor. Oysaki bu kadim topluluk Anadolu’nun bir küçük parçasıydı. Burada oynanan oyunlarda, ellerindeki kartlar küçük olsa da, oyuna dahil edilebilecekleri gözardı edilmemeliydi. Kaldı ki, PKK terör örgütünün siyasi hedefindeki ülke topraklarımız ile Nesturi-Keldani-Süryanilerin kurmayı düşledikleri yeni bir Asur devletinin toprakları birbiriyle örtüşüyordu…

MUSUL’UN KADERİ ‘ŞEYH SAİD İSYANI’1925 yılı Ağustos’unda Şeyh Sait, Cibranlı Halit ve Mutki Aşiret Reisi Musa Bey, Erzurum’da görüştüler. Kürt İstiklal Cemiyeti(Azadi)’nin başkanlığına Şeyh Sait’i seçtiler. Aynı süreçte, Şeyh Sait’in kardeşi Abdurrahim de on arkadaşı ile bir araya gelmiş, Müstakil İslam Hükümeti kurmaya vermişti. 1927 Hoybun Ermeni-Kürt ittifak örgütünde karşımıza çıkacak olan Umum Bozan aşireti Reisi Şahin Bey tarafından, bu sözde hükümetin isyanına destek veren bir bildiriyi şöyle yazdılar;

‘Ey Selahattin’in cesur evlatları! Çerkezleri, Rumları, Ermenileri, Arnavutları ve Arapları birer birer yok eden, hor gören ve yoksul bölgelere süren muhteris Türk siyasetinin son kurbanı olmadan zengin yurtlarınızdan, yeşil dağlarınızdan ve verimli yaylalarınızdan ayrılarak değersiz ve uyuşuk mahvoldan uyanınız ve ulusunuzu kurtarınız, ey, Kürdistan’ın kahramanları’!

ŞEYH SAİD İSYANI
İsyanı fiilen başlatan olay ise sıradan bir olay gibiydi; altı asker kaçağını yakalamak için görevlendirilen jandarma birliği komutanları Teğmen Mustafa ve Teğmen Hasan Hüsnü, 13 Şubat 1925 günü Şeyh Abdurrahim’in köyünü sarmıştı. Evin sarıldığını gören Şeyh Sait ve Şeyh Abdurrrahim, subay ve askerlerin üzerine ateş açmış, subaylar esir alınmış, ok yaydan çıkmıştı… Şeyh Sait, yanındaki 350 atlı ile 13 Şubat günü öğleden sonra, Genç ili merkezi Darahini’ye doğru yola koyuldu. Gece Genç ilinde cezaevine ve jandarmalara ateş açıldı.

16 Şubat’ta, Darahini ele geçirildi, peşinden Genç ili. Şeyh Sait, Ziraat bankası ve Mal Sandığı’na girmiş, kasadaki paralara el koymuştu. Darahini Kürdistan’ın geçici başkenti olacaktı. Lice’den sonra, Diyarbakır’a geldiler.
14 Şubat’ta, ilk yazılı emrini veren Şeyh Sait, Modan aşireti reisi Faki Hasan’ı Kaymakam olarak atmış, emrin altında şöyle bir imza atmıştı; ‘Emir El Mücahidin Muhammed Said Nakşibendî’.
Ayaklanma genişliyor, tüm çevreyi sarıyordu…

HALK ŞEYH SAİD İSYANINA KARŞI
Fethi Bey hükümeti, doğu illerinde sıkıyönetim ilan etmek durumunda kalmıştı. Aynı günlerde Şeyh Sait ayaklanmasına karşı çıkan aşiretler, cumhuriyet hükümetini destekleyen telgrafları peş peşe gönderiyordu; “Din ve vatan düşmanlarımızın kandırdığı bu fesatçıların milletimiz aleyhine yaptıkları bu uğursuz harekatı bütün ilçe halkı adına suçluyor ve milletimizle Cumhuriyet hükümetimizin, sevgili yurdumuzun düşmanlarına karşı yapılacak her türlü bastırma harekâtına bir bütün olarak mal ve canımızla katılmaya hazır olduğumuzu bildiririz…”

KÜRESEL DESTEKLİ İSYAN
Yine aynı günlerde, Fransa’nın Bağdat’taki Yüksek Komiserliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen bir raporda, Musul ile bu isyan arasında şöyle bir bağ kuruluyordu; ‘Haritaya baktığımızda Harput, Diyarbakır, Muş ve Bitlis’in oluşturduğu dörtgenin Musul’un kuzeybatısında ve Şubat ayında kesin çözüme bağlanması gereken Musul da, Irak’ın kuzey sınırı Zaho ve Ahmediye’nin batısındadır. Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyona, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecektir.’

Bundan sonrası Diyarbakır ve çevresinde gelişti…
Osman Paşa komutasındaki hükümet kuvvetleri ile Hormek, Lolan ve Hayderan aşiretleri, Şeyh Abdullah ve Cibranlı Binbaşı Kasım komutasındaki ayaklanmacılar, Leylek Dağı çevresinde kuşatıldı. Piran ve Maden hükümet kuvvetlerinin eline geçti. 1 Nisan’da, Hani alındı, ardından Palu, Gönük ve Çapakçur. İsyancılarda bozgun başlamıştı; Şeyh Sait cephesinde ilk gedik, Genç ili Jandarma Komutanı Üsteğmen Mihri ile açıldı. Teslim oldu ve Şeyh Sait hakkında bilgi verdi.

İSYAN BASTIRILDI
Kürt İstiklal Cemiyeti kurucuları Kürt Miralayı Cibranlı Halit Bey, Bitlis eski Milletvekili Yusuf Ziya Bey, kardeşi teğmen Ali Rıza, Yusuf Ziya’nın damadı Faik bey ile Molla Abdurrahman Bitlis’te kurşuna dizildi. Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyit Abdulkadir yakalandı. Şeyh Sait’in bacanağı Cibranlı Kasım Bey, Şeyh Sait’i hükümet kuvvetlerine teslim etti.
14 Mayıs 1925’te, isyancıların yargılamaları Şark İstiklal Mahkemesi’nde başladı.
Suçlular idama mahkûm edildi; Seyit Abdukadir ve Şeyh Said dahil, tüm kararların infazı yapıldı.
13 Şubat’ta başlayıp 15 Nisan 1925 tarihine kadar devam eden Şeyh Sait ayaklanması bastırılmıştı…

MUMCU: ‘BU BİR NAKŞİBENDİ AYAKLANMASIDIR’
Uğur Mumcu ‘Şeyh Said isyanı bir Kürt Nakşibendi(Halid-i Nakşi) ayaklamasıdır’ diyor;
‘Ayaklanma başladığında ‘Emir el Mücahidin el Seyit Muhammed Said-i Nakşibendî’ ünvanını kullanan Şeyh Sait, Sünni, Şafii mezhebine bağlıdır. Şafi mezhebi kurucusu Ebu Abdullah Muhammed Bin İdrisi, Hz. Muhammed’in soyundan, Kureyş ailesinden gelmektedir. Mezhep Kürtler arasında çok yaygındır. Yani Kürt ayaklanması, Şafii mezhebinin Nakşibendilerince hazırlanmıştır. Cumhuriyeti kuran ve halifeliği kaldıran Mustafa Kemal’e karşı Kürt-Nakşi ayaklanması başlıyordu.”
Bu ayaklanmayı Kürt Nakşibendiliğinin bu iki kolu çıkarmıştı. Seyit Taha kolu, Seyit Abdulkadir eliyle, Kürdistan Teali Cemiyeti’ni yönetiyordu. Şeyh Ali Sebdi kolu, Şeyh Sait eliyle Kürt İstiklal Cemiyeti’ni yönetiyordu. Şeyh Ali Sebdi, Şeyh Sait’in dedesiydi . Seyit Abdulkadir ile Şeyh Sait arasında işte bu tarikat bağı vardı.

MUSUL KAYBEDİLİYOR
Diğer tarafta, 16 Ocak 1925’te, üçlü komisyon toplanmış ve ‘1928 yılında bitecek olan İngiliz manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması ve Kürtlere özerklik verilmesi’ şeklindeki tavsiye kararını açıklamıştı. Bu bir komisyon raporuydu ve nihai karar daha sonra verilecekti.
Şubat 1925’te Şeyh Sait isyanı işte böylesi bir süreçte başlatılmış, 15 Nisan’da da bastırılmıştı. Aynı dönemde Sason ayaklanması da patlak vermişti.
Bu ayaklanmalarla Birleşmiş Milletler Cemiyeti Komisyonu etki altına alındı ve sonuçta, 16 Aralık 1925’te nihai bir kararla Musul, İngiltere mandasındaki Irak’a bırakıldı.

Geldiğimiz bu noktada, Seyit Abdulkadir ve Bedirhanların siyasi Kürtçü hedeflerine bağlı olarak, Musul meselesinin Türkler lehine çözülmesini engellemek için çıkartılmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu tespitlerimiz şöyle doğrulanıyor; 1920’li yıllarda, Uğur Mumcu’nun deyişiyle, Ortadoğu’da kum değil ajan kaynamaktaydı. İngilizler Fransızlarla, Fransızlar da İngilizler ile bir ajan savaşına girişmişti. Çünkü bölgedeki çıkarları çatışıyordu. Şeyh Sait ayaklanmasını izleyen günlerde Bağdat’taki Fransız Yüksek Komiserliği’nden Paris’e 40 sayfalık bir gizli rapor gönderilmişti. Konu, Ortadoğu’da çelişen İngiliz-Fransız çıkarları ve Kürt-İngiliz ilişkileri idi. Uğur Mumcu bu raporun 25’nci sayfasını şöyle okuyor;

‘Şeyh Sait, 1918 yılından beri, amacı İngiliz mandası altında bir Kürt devleti kurmak olan İstanbul Kürt Komitesi’ ne bağlı olarak çalışmaktadır. Şeyh Sait 1919 yılında Kürdistan Bağımsızlığı Türk Komitesi lideri Abdullah Djendel Bey tarafından İngilizlerin Kürt politikasında temel unsur olan Binbaşı Noel ile ilişkiye geçirildi… Ayaklanma bölgesinde çok sayıda İngiliz ajanı saptandı. Binbaşı Thomson’un bölgede olması ihtimal dışı değil. Bedirhan Ailesi’nin temsilcileri kısa bir süre sonra İstanbul’dan Beyrut’a gelerek Fransız Yüksek Komiserliği’ne, Bağımsız Kürdistan Hareketi’ni desteklemesini önerdiler ancak bu öneri reddedildi. Bedirhanoğulları Ailesi’nden bir albay şu anda Halep’te kalıyor. Albay ve Şeyh Sait, İngiltere’nin Halep Konsolosu ile ilişki içinde.’

Sadece bu tarihsel sürecin siyasi sonuçlarıyla yola çıkılsa dahi Şeyh Said isyanının bir İngiliz tertibi olduğu yine ortaya çıkıyor.Mustafa Kemal Atatürk, isyana karşı harekat sonrasında terhis edilen askerlere teşekkür mesajında şu hususun altını çizmişti; ‘Türkler, Cumhuriyetin korunmasına, vatanın gelişmesine ve milletin yükselme yolunda çalışmasına engel olmak isteyenlerin uğrayacakları hayal kırıklığını kesin olarak ispat etmişlerdir. Muhakkaktır ki, milletimizin takip ettiği kurtuluş ve çalışma yolunda ilerlemekten başka bir hal kabul edemez.’

25 Şubat 1925’te, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na eklenen bir madde ile ‘dini ve mukaddesatı siyasi amaçlara esas ve alet etmek maksadıyla cemiyet kuranlar’ da vatan hainliği kapsamına alınmış ve bu suçun cezası olarak ‘idam’ hükmü konulmuştu.30 Kasım 1925’te, çıkarılan bir kanunla da tekke, zaviyeler ve türbeler kapatıldı.
Kapatılan türbeler 1950 yılında açılacak, başını da İstanbul’daki Gümüşhaneli Tekkesi çekecektir.

Erdal Sarızeybek

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu