4.. ‘Bakanlık İşin İçinde mi’

Çok uğraştılar…
Onca haksızlık ve hukuksuzluğa karşın yine devletimizin kurumlarına olan inancımı yine de yitirmedim. İnanın umudumuz vardı bizim devletimizden.
Ve bu umutla yeni şikayetleri resmi makamlara ulaştırdım.
Nerelere başvurmadım ki; ‘Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonuna, Adalet Bakanlığına, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına…
Ama bizi yok saydılar, okuyan olmadı, dinleyen olmadı, bu dilekçelerimize bir cevap veren dahi olmadı[1].
Tekrar yola koyulduk…
Ergenekon Kasası diyerek hakkımızda iftira kampanyası başlatan başta Zaman Gazetesi olmak üzere ilgili medyayla hukuk önünde hesaplaşmaya çalıştık.
Yapılan haksızlık öylesi bir boyuttaydı ki başvurduğumuz ilk mahkemeden hemen Tekzip Kararı verilmiş olmasına rağmen Tekzip Kararını yayınlamadılar.
Aynı süreçte aynı medyada bu kez ‘PKK ile uyuşturucu işi yapıyor’ şeklinde ikinci bir karalama kampanyasına daha hedef olduk biz.
Şaşırtıcıydı bu çünkü ‘ömrünü kaçakla ve terörle mücadele ile geçirmiş olan bir insan nasıl böylesi ağır ithama maruz kalabilirdi, nasıl buna cüret edilebilirdi’ diye düşünüp konuyu araştırmaya koyulduk.
Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hakkımızda gizli bir soruşturma başlatmış olduğu bilgisine ulaştık. Gizli bir soruşturma ve de gizli bir tanık!
Bakın ne nasıl olmuş…
“Şemdinli’den istediğimiz bir kilo bal’ istemiştim telefonla. O da omuz omuza görev yaptığım kahraman korucularımız Ankara’ya geleceklermiş. Beni aradılar ‘bir şey ister misin’ diye. Ben de ‘bir kilo kara kovan balı olsun’ demiştim, hepsi bu.
Telefonumu dinlemişler, bu bir kilo balın ‘olsa olsa uyuşturucu olabileceğine’ karar vermişler ve soruşturma açmışlar…
Ama ortada bal yoktu, örgüt yoktu, PKK yoktu, kaçakçılık yoktu, buna karşın, karşın iki yıl da bu yüzden soruşturmaya maruz bırakıldık biz.
İleri sürülen suç iddiası ise gerçekten çarpıcıydı: PKK terör örgütüyle uyuşturucu kaçakçılığı yapmak!
Belki bu çarpıcılıktan olsa gerek Zaman Gazetesi hemen manşeti atıvermişti: Sarızeybek, PKK ile uyuşturucu işi yapıyor!

Bir savcı elinde maddi ve hukuken geçerli bir delil olmadan ‘müneccimvari bir gizli tanığın olsa olsa metodu ile beyan ettiği bir yorum üzerinden’ yola çıkarak soruşturma açabilir miydi?
Soruşturma başlatsa dahi, önce bizi tanık sıfatıyla dinleyip olayın gerçeğini araştırması gerekmez miydi?
Diyelim ki hem gizli tanığa itibar etti, hem de bizim ‘şüpheli’ olarak ifademizi aldı, peki ifadeyi alırken isnat ettiği suçları sorması gerekmez miydi?
Buyurunuz söz konusu karara bir bakınız, 2009/93 soruşturma, 2010/562 sayılı Takipsizlik kararı, bakınız suçlamaya: ‘PKK terör örgütü ile uyuşturucu kaçakçılığı yapmak!’
Peki bir de bize sorulmuş olan soruya bakınız; “Bir kilo bal istemişsin, bu bal nedir”, sorulan soruların hepsi buydu!
Bu sorularda ne PKK vardı, ne uyuşturucu, ne de örgüt!
Hal böyle iken bir insanın şüpheli olarak, hem de PKK terör örgütü ile uyuşturucu kaçaklığı yapmak gibi bir iddianın hedefindeki bir ‘şüpheli olarak’ ifadesi alınabilir miydi?
Savcılık Makamı açısından bu durum ağır bir hukuki sorumluluktu ama anlatamadık ki derdimizi hiçbir makama…
Sonunda ne oldu?
Aynı Savcılık Makamı sözüm ona delil yokluğundan dosyayı kapattı ama bu dahi hakkımızdaki karalama kampanyasının sürdürülmesini engellemeye yetmedi.
Bu açıklamalarımızı doğrulayan kanıtlar Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2010/12.499 sayılı dosyasında mevcuttur, bakabilirsiniz.
****
Biz hala bu haksızlık ve hukuksuzlukların neden ve nasıl başımıza getirilmiş olduğunu anlamaya çalışırken, medyada akıl almaz bir manşet daha: ‘Savcı 3 albayı tehlikeli bulduğunu söyledi’.
Bir de baktık ki bu tehlikeli albaylardan birisi de bizmişiz!
Bu olayın da özeti şuydu;
04.06.2010 tarihinde, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Albay Cemal Temizöz davası görülüyor. Tanık kürsüsüne çıkan Nuri Binzet isimli bir kişi duruşma salonunda, ‘soruşturmayı yapan Cumhuriyet Savcısı’nın Erdal Sarızeybek aleyhine ifade vermesini” istediğini açık açık anlatıyor. Bu öğrenen medya da bu haberi manşetten şöyle veriyor[2]:
“Savcı 3 albayı tehlikeli bulduğunu söyledi. Tanık Binzet, savcının kendisinden Albay Cemal Temizöz, Recep Gençoğlu ve Erdal Sarızeybek hakkında bilgi istediğini ifade ederek, ‘Savcı, bu isimlerin çok tehlikeli olduğunu bana anlattı. Ben Recep Gençoğlu’nun çok mütevazi olduğunu söyledim. Gençoğlu bir er gibi karakol komutanıydı. Kendisinden o yüzden hoşlanıyorum’ dedi.”
Size bu anlattığımız olay kamuya açık mahkeme salonunda, savcı ve hakimlerin huzurunda geçiyor.
Savcı tarafından açık açık tanık yönlendiriliyor, açıkça psikolojik baskıya maruz bırakılıyor ama yine de bir şey olmadı, herkesin yanına kar kaldı yaptığı.
Böyle bir beyan üzerine hukuken Mahkeme Başkanı’nın o ‘Cumhuriyet Savcısı hakkında suç duyurusunda bulunması’ gerekmez miydi ama yapmadılar.
Oysaki bunların hepsi suçtu ama yerlerinden kıpırdamadılar bile ne suç duyurusu yapıldı ne de o Savcı hakkında soruşturma. Bu haberin tamamını bir örnek olarak lütfen okuyunuz, çünkü bu haber başka gazete manşetlerinde de yer aldı, ibret olsun için fırsat bulursanız okuyunuz.
Peki, şimdi bu olaya bir de tersinden bakalım…
Bu tanık bizi tanımadığı halde kasten aleyhimize ifade vermiş olsaydı, bu mahkeme bizi hapse atacaktı, o kesin. Öyle ya söz konusu ‘dokuz kez müebbet hapisle yargılama yapılan bir dava olduğuna göre, böylesi bir davada bir tanık aleyhimize bir ifade verirse, aynı savcı da bizim tutuklanmamı isteyecek’, anlamındadır bu!
Nasıl kabul edilebilir bu hukuk, vicdana aykırı, ahlaka aykırı olan!
Şimdi bana soracaksınız şimdi ‘bu durum karşısında ne yaptınız’ diye?
Ne yapabilirdim ki, hiçbir şey yapamadık, devletimin kurumları eliyle olayların akışına sürüklendik ve her gün her gece kapımıza çalındığında ‘aha işte polisler, bizi tutuklamaya geldiler’ endişesiyle evimizin kapısında nöbet tutmaya başladık.
Sadece ben olsam yine razıydım ama ya ailem ya çocuklar?..

Üzülmekten başka hiçbir şey elimizden gelmedi.
Yazar değildik ama sizlerin desteğiyle yazar olduk biz, bu gerçeğin farkındayız. Size yazmış olduklarımız hep yaşadıklarımızdır, ders çıkarılsın için ve bizim yaşadığımız ibret verici olayları gelecek nesillerimiz yaşamasın içindir.
Satırlarımızda asla komplo teorileri yoktur.
Kod adı Ergenekon olan soruşturma üzerindeki düşüncelerimizi ‘Ergenekon Gölgesinde İhaneti Yaşamak’ adıyla kitaplaştırmıştık, ne komplo ne de hikaye sadece gerçek.
Zaten Ergenekon diye yüzlerce kitap yazıldı hepsi yalan çıktı ama bizim sözlerimiz doğru.
Yine hep aynı süreçte bu kez de Erol Mütercimler’in bu kitapla ilgili olarak ‘şahsına hakaret’ ettiğimiz iddiasıyla tazminat davası açtığını öğrendik.
Dava süreci diğer olayların gerçekleştiği 2009 yılı içerisindeydi. Aslında söz konusu kitapta hakaret içeren satırlar olmaması bir yana, bu kitap Erol Mütercimler’in kendi beyanları üzerinden yazılmıştı.
1nci İddianame’de geçen ifadelerine ve kendi yazdığı kitaplara dayanıyordu, hepsi kendisinden yapılmış bire bir alıntılardı ve dip not olarak da bu alıntılar gösterilmişti.
Kitap halen piyasada, zaten Mütercimler’le ilgili kısım birkaç sayfadan ibaret, kısa sürede okuyup gerçeği görebilirsiniz.
Yapılan yargılamada davayı biz kaybettik ama son gelen bir habere göre Yargıtay’dan dönmüş bu dosya ve bugün için Yargıtay davayı düşürmüş, bizi haklı görmüş. En azından bunca mutsuzluk içerisinde gelen bu haber bir sevinç kıpırtısı oldu bizim için.
Bu davaya ilişkin kanıtları arayacak olursanız eğer, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2011/15744 sayılı dosyasında bulabilirsiniz.
Biz bu şekilde bir yandan söz konusu şikayet dilekçeleri yazarken, bir yanda ‘terör örgütü şüphelisi’” olarak soruşturmaya kasten alınmak istenirken, bir yanda ‘PKK ile uyuşturucu kaçakçılığı yapmak’ iddiasıyla soruşturma geçirirken, bir yanda açtığımız ‘hukuk davalarını’ kaybederken, bir yanda da zoraki tanık beyanlarıyla ‘cinayet şüphelisi’ yapılmaya çalışılırken, 06.09.2011 tarihinde HSYK’dan bir cevap aldık.
Gelen bu cevabi yazıda şikayetlerimizin kanıt olmadığı için dikkate alınmayacağı bildiriliyordu…
Artık iş açığa çıkmıştı, Ankara, kod adı Ergenekon’u himaye ediyordu ama olsun, yine de yılmadık biz, hukuk içinde mücadelemizi sürdürdük, hala da sürdürmeye devam ediyoruz.
2008, 2009, 2010 ve 2011 yılları yukarıda anlattığımız şekilde ağır maddi ve manevi kayıplara göğüs germekle geçerken, 2012 yılına girildiğinde ise önceki şikayet dilekçelerimizi dikkate almayan ve cevap dahi vermeyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda görevli Savcı Cihan Kansız tarafından telefonla, tanık olarak ifade vermek üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na çağrıldık.
Tıpkı Zekeriya Öz’ün çağırmış olduğu gibi….
Kitap: ‘Türk Ordusu Nereye’
[1] 13.05.2011 tarihli, Adalet Bakanlığı’na ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş olan şikayet dilekçesi.
[2] 04 Haziran 2010 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nin resmi web sayfası, “Savcı 3 albayı tehlikeli bulduğunu söyledi” başlıklı haber.