A.Cem Ersever.. ‘Kimdir’

Ahmet Cem Ersever 1972 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun oldu.
1975’te, Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı’na atandı.
23 Aralık 1976’da, ilçedeki jandarma lojmanlarına kimliği meçhul kişilerle ateş açıldı; sanıkları yakalandı.
Ertesi gün, Bölük Komutanı Üsteğmen Ersever’in 40-50 kişilik bir grup tarafından yolu kesilerek saldırıya uğradı. Saldırganlar ele geçirildi ancak dönemin siyasilerinin baskısıyla görev yeri değiştirilerek, açığa alındı.
Yüzbaşı rütbesinde iken, İzmir’den Hatay’a kadar uzanan geniş bir bölgede kaçakçılık olaylarını tetkik ve tahkik yapmakla görevlendirildi[1].
1980’de, Trabzon/Of İlçe Jandarma Komutanlığına atandı; sonrasında Adıyaman, Siirt ve Diyarbakır’da jandarma teşkilatının istihbarat birimlerinde görev aldı.
1980’den 1993’e, Güneydoğu’da teröre karşı mücadele için kurulan istihbarat birimlerinin en önemli isimlerinden biriydi.
5 Kasım 1993’te, bir suikast sonucu öldürüldü.
Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in cesedi Ankara-Elmadağ çıkışındaki kireç fabrikası arazisinde bulundu, öldürülmüştü; elleri arkadan bağlı, ağzı bantlı, kafasına bitişik atışla iki kurşun sıkılmıştı.
Ölümünden bir hafta önce Binbaşı Cem Ersever, 25 Ekim 1993’te, Genelkurmay Başkanlığı tarafından açılan davanın duruşması için İstanbul’dan Ankara’ya gelmişti. Kendisini getiren araç, Kemal Sadık Uzuner’in evine bırakmıştı[2].
Bir daha haber alınamadı; 5 Kasım’da başına sıkılmış iki kurşunla cesedi bulundu.
Cem Ersever cinayetini hem polis hem de jandarma soruşturdu ama bir sonuç çıkmadı.
Binbaşı Ersever’in katil/leri bulunmadı hala da bulunamadı.
Biraz geriye gidelim…
Binbaşı Cem Ersever’in istifasından üç gün sonra PKK örgütü ateşkes ilan etmişti.
Ankara DGM’de görülen Öcalan davası tutanaklarında bu ateşkes olayı şöyle yer aldı;
‘PKK lideri Abdullah Öcalan, Celal Talabani’nin önerdiği tek taraflı ateşkesi kabul ederek 20.03.1993 tarihinde tek taraflı sözde ateşkes ilan ettiğini açıklamıştır.
Bunu yaparken terörist faaliyetlerle ulaşamadığı hedeflerine legal yollardan ulaşmayı, terörist imajı konusunda kamuoyunu yanıltmayı. Dağılan elemanlarını yeniden toparlamayı amaçlamıştır. Ancak, sözde ateşkesi sadece taktik olarak benimsemiştir. Hiçbir şart altında silahlı faaliyetten vazgeçmek istememiştir’.
Binbaşı Ersever’in istifasıyla PKK örgütünün ateşkesi arasında doğrudan bir bağ vardı; Ersever, Özal siyasetinin PKK ile ateşkes yaptığı için istifa etmişti;
‘Ben A. Cem Ersever, PKK’yla mücadele atılan adımların yanlış olduğunu, mücadelenin ehil ellerce yürütülmesi gerektiğini, TC’nin PKK sorununa karşı bir stratejisinin olmadığına inandığımı ve 1992 yılında zevahiri kurtarmak gerekçesiyle bilgisizce yapılan Kuzey Irak harekatının devleti bir açmaza soktuğunu…
PKK’ya siyasi kazanımlar getireceğini, güçlenmesini sağlayacağını, siyasi işportacı Celal Talabani isimli şahsın Türkiye’de sadece PKK’nın askeri gücünü ele geçirmek maksadıyla tezgahlar peşinde olduğunu beyan ederek,
1993 yılı Mart ayında Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Grup Komutanlığı görevinden kendi isteğimle ve bazı arkadaşlarımla birlikte emekli oldum.’[3]
Binbaşı Cem Ersever suikastın tertipçilerini görmüştü;
’Bu bölgede (Kuzey Irak) emperyalizmin denetiminde bir Kürt devleti kurulmak isteniyor. Apo, önderlik sorununa ilişkin kitabında, bütün Kürdistan’ı parçalara ayırmıştır. Bu parçalardan Türkiye Kürdistan’ının tüm Kürdistan’a önderlik edeceğini yazmıştır.
Şimdi parçada önderlik değişti. İpleri elinde tutan emperyalistler, şimdi Kuzey Irak’ta kendi denetimlerinde bağımsız bir Kürt devleti kuracaklardır.
Daha sonra, Türkiye, İran ve zamanla Suriye’de çıkan kargaşalıklara bu Kürt devleti, ‘size yardımcı olayım’ diyecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’la ilişkisi PKK temelinde şekillenmiştir. Bu yanlıştır. Sonuçta işte Talabani gibi siyasi bir fahişe çıkar, PKK’yı koz olarak kullanır’.
Cem Ersever, suikastın tetikçilerini açıklayacaktı;
‘1984 yılından beri yapılan yanlışlar, ihanetler ve uygulamalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyorum ve Türk basınıyla kamuoyunun önünde Celal Talabani’nin ihanetleri, PKK ilişkileri, Güneydoğu’da gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağım.’
Açıklamaya ömrü yetmedi, öldürüldü…
Çok yazıldı çizildi onun hakkında. Bu yazılanlar ve çizilenlerden size iyi haber veren olmadı hiç, bunu biliyoruz.
O bir subaydı, istihbarat görevlisiydi ve Cem Ersever açık açık bunu ilan etmişti;
‘Jitem’in patronu bendim. Ayrılana kadar da bu böyle devam etti’.
Yetkililer hiç mi Cem Ersever’in açıklamalarını dinlemediler, Ersever söylüyor işte gerçeği;
‘Güneydoğu’da 1981-1992 arasında on iki yıl çalıştım.
1992’de Ankara’ya Grup İstihbarat Şefi olarak döndüm.’[4]
Jitem bir mafya, bir terör örgütü değildi; devletin resmi bir istihbarat kuruluşu idi. Ama bu medya öylesi bir kara propaganda yaptı ki, Jitem’i hep cinayetle, ölüm kuyusuyla, yer altındaki kemiklerle yan yana getirdi, gerçeği bilmeyen insanımız doğal olarak Jitem’i hep bir çete olarak algıladı.
Oysaki gerçek bu değildi…
Jitem’de suç işlemiş kişi yok muydu;
İddialar ortadaydı, adam gibi soruşturma yapılıp kim suç işlemişse açığa çıkarabilirdi ama yapmadılar. Olayları hep karanlıkta bıraktılar ve bu karanlığın bütün yükünü devletin bir kuruluşunun üzerine attılar, böylece Türk Ordusunu da karalayabilmek için kendilerin fırsat yarattılar.
Bunda komuta kademesinde görev yapanları da ihmali olabilir; daha başta ortaya çıkıp ‘Jitem vardır, devletin bir istihbarat kuruluşudur, varsa suç iddianız, çıkın ortaya, çözülsün bu iş’ denmiş olsaydı, iş bu noktaya belki de varmayacaktı…
Ersever cinayeti için de ‘devlet yapmıştır bu işi’ diyen de çok oldu.
Burada ifade edilen devlet neydi?
Devlet bizimdir, biziz; anayasaya bağlı kalacağına yemin etmiş siyaset ve bürokrattır.
‘Bu işi devlet yapmıştır’ diyenler şunu düşünmeli; ülkemizde bir devlet var bizim anladığımız anlamda, bir de köstebekler var.
Tıpkı Uğur Mumcu suikastında olduğu gibi Ersever cinayeti de bir köstebek işidir. Bu köstebekleri bulup temizlemek de devlete düşen bir görevdir, bizim anladığımız anlamdaki devlete!
Terörle mücadele adına pek çok siyasetçinin, bürokratın, askerin, polisin, sivilin bu mücadelede üzerinden şahsi rant sağladığı konuları hep anlatıldı, durdu.
Bu ülkede pek çok faili meçhul cinayet işlendi, biliyoruz.
Ama Binbaşı Ersever’e çok haksızlık yapıldı; adı hep kirli işlere bulaştırılmak istendi, adı hep çete, mafya, terör, faili meçhul cinayetler gibi karanlık işlerle yan yana getirildi.
Ersever hiç mi suç işlememişti?
Bunu bilmiyoruz ama bildiğimiz bir gerçek vardır;
Çekiç Güç’ün Sevr’de geçen Kürdistan’ı kurmak için hareket ettiğini, PKK’yı desteklediğini, Barzani-Talabani’nin işbirlikçi olduğunu, Doğu’da insanlarımızın terörist olmadığını, terörü yaratanların bir grup çete olduğunu ve bunları da açıklayacağını söylemişti ama ömrü yetmedi, öldürdüler.
Yetkili makamlar Binbaşı Ersever gerçeğini görmek istemedi; kendi yalnız kaldı, ölüm dosyası da faili meçhul olarak rafa kaldırıldı…
Binbaşı Ersever’in katil/leri bulunamaz mıydı?
Niye bulunmasın ki!
Kaldığı yer belli, gittiği yer belli, getiren araç belli, ilişkide olduğu kişiler belli, soruşturma yapanlar belli, niye çözülemeyecekti ki!
Bu noktada aklıma Necip Hablemitoğlu geliyor…
18 Aralık 2002’de bir suikast sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu, Köstebek adlı eserinde Fettullah Gülen Cemaati’nin uluslararası bağlantıları ve devletin kurumları içindeki yapılanmasını araştırıyordu. Köstebek adlı kitabı, ölümünden bir yıl sonra tamamlanmamış bir araştırma olarak yayınlandı.
Bakınız neler hissediyordu Hablemitoğlu, bu çalışmasını sürdürürken;
‘Bu çalışmayı sürdürürken, telefonlarımın dinlendiğinden, bilgisayarıma girilerek e-postalarımın ve dosyalarımın kopyalandığından ve izlendiğimizden bir kez daha emin oldum. Bu nedenle, internet bağlantısı olmayan ikinci bir bilgisayara edindim ve kullandım.
Bu arada, telefon, e-posta ya da spota kutusuna not yoluyla gerçekleştirilen tehditlerin sayısında da bir önceki yıla göre önemli artış gözlemledim. Tehditlerle ilgili Valilik’ten ‘Koruma’ isteminde bulunmayı ise anlaşılır nedenlerden dolayı hiç düşünmedim.’[5]
Hablemitoğlu’nun yukarıda geçen ‘anlaşılır nedenlerden dolayı’ ifadesi size ne anlatıyor?
Burada mesele; bu köstebekler nerelere kadar uzanmış, nerelere kadar sızmış ve en önemlisi bu köstebekleri koruyan kim, yöneten kim, bu sorulara bir cevap bulabilmektir.
Necip Hablemitoğlu 18 Aralık 2002’de öldürüldü; fail/leri hiç bulunamadı.
Fettullah Gülen dosyası kapatıldı ve Gülen, ABD’ye geçti…
Bu iki cinayet ve bir kaza –Mumcu, Bitlis, Ersever- üzerinden 20 yılı aşkın bir süre geçti.
Kısa bilgi sunduğumuz bu iki suikast ve biz kaza dosyası artık soruşturulmuyor; her üçü de zamanaşımı nedeniyle kapatıldı.
Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in şu açıklamasıyla sözümüzü şimdilik noktalayalım;
‘Farz edelim ki, basının bahsettiği gibi A.Öcalan, kayıtsız şartsız silahlı mücadeleden vazgeçti. Her biri onlarca kişinin katili olan ve sayısız katliamlar gerçekleştiren on bine yakın militanını ne yapacak?
Bunlar, döktükleri Mehmetçik, polis, öğretmen, genç-ihtiyar, kadın-çocuk kanlarının hesabını vermeyecekler mi? Ya da bu kanların hesabı kimden sorulacak?
Halkın dişinden, tırnağından arttırarak ödediği vergilerle bir araya getirilen yüzlerce araç-gereç, bina tesis yakılıp yıkılmıştır. Bunların hesabı kimden sorulacak?
Ya da bir takım tavizler verilerek Apo’nun ateşkes çağrısı kabul edilirse, on yıldır yağmur – kar demeden canlarını dişlerine takarak eşkıya ile mücadele eden ve bu uğurda şehit olan binlerce vatan evladının geride bıraktıkları demeyecekler mi; ‘Madem bu toprak parçalarını Apo’ya peşkeş çekecektiniz, neden çocuklarımızı öldürttünüz?’
Halen hayatta olanlar sormayacaklar mı; ‘Madem bu noktada Apo ile birleşecektiniz, neden Doğu’da Güneydoğu’da yıllarımızı heba ettiniz?
Neden bizi piyon olarak kullandınız?’
Kürt’üyle Türk’üyle bu topraklarda yaşayan insanların bir sürü olmadıkları, içinden bazılarının çıkıp bu rezaletin hesabını sormayacaklarını kim garanti edebilir?
Apo’nun, okulundan, işinden, yerinden, yurdundan ettiği, sorgusuz sualsiz kurşuna dizdiği, ölüme gönderdiği insan ve yakınları, Türkiye Cumhuriyeti’nden olmasa bile Apo’dan hesap sormayacaklar mı?
Onlar da demeyecekler mi ki; Madem T.C. ile birleşecektin, neden bizi bu kan deryasının içine ittin?
Kürt’üyle, Türk’üyle, askeriyle-militanıyla, korucusuyla sade vatandaşıyla binlerce kişinin kanına giren Apo’ya, bu insanlar ve yakınları hesap sormayacak mı?
Salt bu yüzden de olsa Apo, cesaret edip elindeki silahı bırakabilir mi?
Toplumun kaderini belirleyen makamların sahipleri ve aydınlarımız değerlendirme ve yorum yaparken bunları düşünmek zorundadırlar.
Suçlu, nedamet duyup suçunun kefaretini ödediği takdirde elbette ki toplumun bağrına dönebilir. Ancak, bunun ötesinde ve dışında bir çözümü Türk halkına dayatmak kabul edilemez.’’[6]
Kitap:
Büyük Suikast/Kürt Gerçeğinde Bilmediklerimiz
[1] Çetin Agaşe, ‘Jitem Gerçeği’, s. 38,
[2] Tutkun Akbaş, ‘Cem Ersever’in Son 90 Günü’, s. 28, Dama Yayınları, 2009.
[3] Yalçın, ‘Binbaşı Ersever’in İtirafları’, s. 45.
[4] Age, s. 52.
[5] Necip Hablemitoğlu, Köstebek’, s. 281, Pozitif Yayınları, 2011.
[6] Ersever, ‘Üçgendeki Tezgah’, s. 202.