Yazar

Dağlıca.. ‘Bize Söylenmeyen Nedir’

Türkiye, 2007 yılında Dağlıca’da çok ağır bir karakol baskınıyla karşı karşıya kaldı.

Saldırıyı yapanlar, Kuzey Irak’tan geldi ve saldırısı sonrası yine Irak’a döndü.

Çıkan çatışmada 12 askerimiz şehit düştü, 8 askerimiz de Irak’a kaçırıldı. Durum ağırdı hem de çok!

Dağlıca birdenbire ortaya çıkmış ani bir saldırı değil, zincirleme giden saldırıların sonuncusuydu…

Eylül 2007 Ayı sonunda teröristler, Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesi Beşağaç Köyü yakınlarında su kanalında çalışan işçilerle köy korucularını taşıyan minibüsü taramış, 7’si korucu 12 kişi hayatını kaybetmişti.

Aralarında köy muhtarı ile 3 çocuğu da bulunuyordu.

Bir hafta sonra ,7 Ekim 2007’de, teröristler bir komando birliğimize pusu kurmuş, çıkan çatışmada 13 askerimiz şehit düşmüştü.

Acı büyüktü.

Herkes sokağa dökülmüştü ve ‘şehitlerimizin kanı yerde kalmasın, hesabını sorun’, diye haykırarak Hükümet’i göreve çağırıyordu.

Halk öylesine haykırmıştı ki terör karşısında sessizliğini koruyan Hükümet, bu kez duymazdan gelemedi.

17 Ekim 2007’de, Meclis’i  toplantıya çağırdı.

Toplantıda terör olayları görüşüldü.

 Millet iradesi adına, Irak’a harekat yapılmasına ve Irak kuzeyindeki PKK kamplarının yok edilmesine karar verildi.

Kamuoyunda heyecan büyüktü ve harekat kararı medyada hak ettiği kadar yerini aldı;

 ‘Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, terör örgütü PKK’nın yuvalandığı Irak’ın kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi için Hükümete 1 yıl süreyle izin verilmesini öngören Başbakanlık Tezkeresi, 19’a karşı 507 oyla TBMM Genel Kurulunda kabul edildi’.

Usta, tezkerenin TBMM’de kabul edilmesi ile ilgili olarak, ‘Ülkemiz, milletimiz için, teröre karşı mücadeleyi uluslararası bir karar olarak görenler için hayırlı olsun’ diyordu.

Bununla eş zamanlı olarak tezkerenin kabul edildiği dakikalarda Başkan Bush ise tezkereye karşı bir açıklama yapıyordu;

‘Türkiye’nin sınır ötesine asker göndermesi Türkiye’nin yararına değildir.’

Çelişki büyüktü.

Gazeteciler ‘bu ne anlama geliyor’ diyerek Usta’ya sordular;

‘Başkan Bush tezkere hakkında bir açıklama yaptı. Siz de Kasım’da gidip bir görüşme yapacaksınız. Tezkerenin kabulü, bu açıklama ve görüşme öncesinde nasıl değerlendirilmelidir?’

Usta ABD’ye aldırmaz görünüyordu, cevap verdi;

‘Kimin ne dediğini bilmiyorum. Ben sadece şu anda TBMM olarak tüm parlamenterlerimizle biz kahir ekseriyetle bir karar verdik.

Bunun için de kimin ne dediği değil, TBMM’nin ne dediği önemlidir ve bu kararı da TBMM almıştır.

Ülkemiz için, milletimiz için, teröre karşı mücadeleyi uluslararası bir karar olarak görenler için hayırlı olsun diyorum.’’

Ne güzeldi değil mi?

 Bu konuşmalara bakınca insanı, yiğit bir Başbakan, millet iradesi adına konuşan bir Başbakan, ABD’yi takmayan bir Başbakan, diyesi geliyor ama gerçek hiç de öyle değildi.

Neden mi? Anlatayım…

Tezkerenin geçtiği gün, 17 Ekim 2007’dir.

Bu tarih itibariyle teröristler Irak kuzeyindeki Hakurk, Basyan, Avaşin ve Zap gibi her zamanki barınaklarında istirahat etmekte ve olası eylemler için planlar yapmaktadır. 

Avaşin terör kampı Dağlıca’da konuşlu birliklerimizin güneyinde, hemen iki saat yaya yürüyüş mesafesindedir.

Basyan’daki teröristler de Aktütün karakolumuzun hemen batısında ve iki saatlik yaya yürüyüş mesafesindedir.

Avaşin’deki teröristlerin Dağlıca’ya, Basyan’daki teröristlerin de Aktütün’e eylem planı yapmak için zamana ihtiyaçları yoktur.

Yani saldırı an meselesidir.

Çünkü bu karakollar örgütün elinin ve kolunun hemen altındadır.

Öte yanda teröristlerin bu kamplarda olduğunu Milli İstihbarat bilmektedir.

Dolayısıyla Başbakan da bilmektedir, Genelkurmay da.

Bu teröristlerin, sınır bölgelerinde fırsat bulursa eğer eylem yapacağını, Binbaşı Ersever’in deyimiyle ‘Sağır Sultan’ da bilmektedir.

Şimdi soralım:

–             17 Ekim’deki şu ünlü tezkere, halk iradesi adına neden Meclis’ten geçmişti?

–          Peş peşe saldırı yaparak evlatlarımızı şehit eden teröristlere karşı sınır ötesi harekat yapmak için.

–             Peki, bu tezkere yetkisi neden Ordumuza verilmedi?

Çünkü Usta’yı önce stratejik model sonra ise ortak model arkadaş olarak ilan eden ABD, ‘Türkiye’nin sınır ötesine asker göndermesi Türkiye’nin yararına değildir’, açıklaması yaptığı için.

Yani 17 Ekim’de Irak’a harekat kararı alınmış ancak Hükümet, ABD tepkisi üzerine bu yetkiyi ordumuza vermediği için bu kamplara harekat yapılamamıştı.

–             Peki, Dağlıca baskını ne zaman oldu?

–             21 Ekim, yani tezkereden dört gün sonra.

–             O zaman cevap açık; bu harekat yapılmış olsaydı, Dağlıca baskını olmayacaktı.

Evet bu kadar da basit, açık ve net..

–             Bu durumda şehitlerimizin sorumlusu kimdir?

Diyelim gaflete düştüler, peki, ne oldu Dağlıca’da?

12 askerimiz şehit düştü, sekiz askerimiz kaçırıldı.

İşte tam bu süreçte ATV Televizyon yetkilileri beni aradı.

 ‘Albayım siz o bölgeyi iyi biliyorsunuz, Dağlıca’da ne oldu, kamuoyuna anlatın’ diyerek beni davet ettiler. İnanın koşa koşa gittim, gerçeği size duyurabilmek için.

Spiker sordu: ‘Dağlıca’da ne oldu?

Benden cevap: ‘Dağlıca şehitlerimizin sorumlusu hükümettir, Türk adaleti er ya da geç bu hesabı sormasını bilecektir’ dedim.

Bunu der demez canlı yayını kestiler, haber merkezine bağlanarak yayını durdurdular.

Aslında ben ‘eğer ki Meclis’ten geçen tezkere yetkisi ordumuza verilmiş olsaydı, Dağlıca baskını olmayacaktı’ demek istemiştim ama kimse sormadı bana ne demek istediğimi.

Aradan yıllar geçti hala da soran yok.

Erdal Sarızeybek

Araştırmacı Yazar

Kitap:

Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak

Erdal SARIZEYBEK

Emekli Albay, araştırmacı yazar. Terör ve siyaset üzerine yayımlanmış 16 eseri bulunmaktadır.
Başa dön tuşu