Yazar

Özal.. ‘Bir Kahraman mıydı’

Yeni neslin Özal’ı anlayabilmesi oldukça zor…

Karanlık yıllar olarak ekranlarda sıkça dile getirilen 90’lı yıllar, özellikle de 1992 ve de Özal’ın ölüm yılı olan 1993’ü yaşamayanlar için gerçekten zor.

Ekranlarda sıkça dile getirilen bu yıllar, belli bir siyasi görüş temelinde sunulduğu için gerçekten çok uzak.

Sorunu anlatan kitaplar ya biat kültüründe yazılmış bir övgü serisi ya da komplo teorileriyle şekillenmiş bir yazı dizisi gibi sunulduğu için akıl karıştırıcı…

Peki ya gerçek?

Bu karanlık yılların ardındaki gerçeğe ulaşıp da bunu kamuoyuna duyurmaya çalışan kaç kişi var; bir elin parmaklarından az.

Hal böyle olunca, yeni nesil günümüzde ‘Kürt Sorunu’ olarak algılatılmak istenilen meselenin ardındakileri göremiyor. Göremeyince, kendisine verilenlerin kör ışığında karanlık yılları aydınlatamıyor.

Sonuç; yetişen nesil sonunu göremediği bir akıntıya kapılıp sürükleniyor…

PKK’NIN ARDINDA BARZANİ VE TALABANİ

1975, Barzani ve Talabani’nin Irak’tan kaçıp İran ve Türkiye’de karargah kurduğu, adı PKK olan bir silahlı yapıyı şekillendirdiği ve gerilla tipi örgütlediği yıldır.

1980’de başlayan İran- Irak savaşı sekiz yıl sürmüş, her ikisinin de ekonomik ve insan kaynaklarını tüketmiştir.

Ama bu arada, 1982’de, Barzani yedi yıl önce şekillendirdiği ve örgütlediği adı PKK olan yapıya topraklarını açmış, eğitim ve barınma olanakları sağlamıştır. Aynı zamanda İran’dan sağladığı destekle Saddam güçlerine karşı gerilla mücadelesi sürdürmüştür.

PKK örgütü Barzani’nin bu desteğiyle, 15 Ağustos 1984’te, Eruh ve Şemdinli ilçelerine saldırma cüretini kendinde bulmuştur.

O yılların nesli gözlerini kapatıp düşündüğünde, Özal’dan şu ünlü deyişi akla geliyor;

’Üç buçuk eşkıya bunlar!’

Özal’ın ‘üç buçuk eşkıya’ sözüyle ifade çalıştığı, 15 Ağustos 1984’te, Irak/Barzani bölgesinden gelerek Şemdinli ve Eruh ilçelerimize saldıran işte bu PKK’dır.

Eşkıyaydı ancak üç buçuk değildi…

ZİNCİRLEME GİDEN SÜREÇ

1988, Irak Devlet Başkanı Saddam’ın, kuzeydeki Halepçe’de, Kürtlere karşı kimyasal silah kullandığı yıldır. Beş binden fazla insan yaşamını yitirmişti orada.

Aynı yıl 500.000’den fazla peşmerge Türkiye’nin kapılarına dayanmıştı.

Bu kimyasal silahları Saddam’a satan Batılı ülkeler bir kenara çekilirken, yaşanan bu insanlık dramında Türkiye’den başka hiçbir ülke öne çıkmamış, buna karşın Özal’ın izlediği siyaset sonucu bu durum, ‘başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’da bir Kürt Sorunu var’ şekliyle dünya kamuoyuna yansıtılmıştı.

Ve derken Kuveyt…

Sadece Saddam savaş yorgunu değil, ülkesi de İran-Irak savaşının ekonomik yorgunuydu; maliye kasaları boşalmıştı.

Saddam ABD’den aldığı cüretle bu kez Kuveyt’e savaş açmış, ama aynı ABD Kuveyt’in işgalini gerekçe gösterip karşı harekatı başlatmıştı; Ortadoğu şekillendiriliyordu.

Birinci Körfez Savaşı dediğimiz işte budur. …

Özal’ın ünlü ‘Bir koyup üç alacağız!’ deyişi işte bu süreçle ilgilidir.

Özal bu deyişiyle, 1991 Körfez Savaşı’ndaki Türkiye’nin izleyeceği siyaseti tanımlamaya çalışmıştı.

Bu siyaset izlendi ama Özal’ın deyişinin aksine Türkiye çok koydu, hiç alamadı, aksine kaybetti…

ÖZAL

Özal kısa boylu, şişmandı. Tonton bir görünüşü vardı.

Bu sevimli görünüşüyle ekranlara çıktığında, ‘Baba Buş’la her gün telefonla görüşüyorum’ derdi. Baba Buş dediği, o yılların ABD Başkanı’ydı. Ardından eklerdi; ‘Çekiç Gücü ben çağırdım!’

Çekiç Güç dediği, işte bu 1991 Körfez Savaşı’nda Irak/Saddam’a karşı kullanılan ve ABD’nin başı çektiği çok uluslu güç idi.

Bu güç, önce Türkiye/Şırnak’ta, hemen ardından Irak kuzeyi Barzani bölgesinde konuşlandı, yine ünlü 36’ncı paralel kuzeyinde uçuş ve müdahale yasağının konulduğu bölgede.

Bu gücü Özal çağırmıştı, doğru.

Peki ya sonuçta ne olmuştu; silahlı PKK, özerk Barzani ve işgalde bir Kerkük!

ÇÖZÜM SÜRECİ

Günümüzde Özal’ı en çok çağrıştıran ‘barış ve kardeşlik’ ya da ‘analar artık ağlamasın’ deyişleriyle öne çıkarılan AKP siyasetine göre çözüm sürecidir.

Ekranlarda sıkça duyulan sözler ‘Özal yaşasaydı’ diye başlamakta ve ‘yaşasaydı Kürt Sorunu’nu çözecekti’ sözleriyle vurgulanmaktadır.

Ve nihayetinde, ‘Özal bu sorunu çözmek istedi ama çözemeden öldürüldü’ şeklindeki teorilerle kamuoyunun aklı hepten karışmakta, karıştırılmaktadır.

Oysaki bu Özal, Mart 93’te PKK örgütü ile ateşkes yapan Özal’dır; örgüt yok olma noktasında iken toparlanmış, bir de karşı saldırıya geçecek gücü de kendinde bulmuştur.

Peki, Özal bir kahraman mıydı?

1980-1991 arasında geçen süreci şöyle özetleyebiliriz:

ABD Planı:

Ortadoğu’da sınırlar değişecek, büyük devletler parçalanacak, ulus-devlet yapıları yıkılacak, bölgedeki enerji kaynaklarının yönetimini tamamen ele geçirecekti.

İsrail Planı:

ABD silahlı gücüyle parçalanan devletlerden yeni küçük devletler kurulacak ve bu devletlerle ortaya çıkan yeni yönetimler İsrail’e müttefik olacaktı.

Parçalama stratejisi açıktı;

Müslüman ülkelerdeki etnik ve mezhep farklılıklarını kullanarak bu ülkeleri çatıştırmak ve parçalamak…

Avrupa Planı:

Eski Roma’nın mekanı olan Anadolu’yu ele geçirebilmek için, ABD-İsrail planına uygun olarak Asya-Anadolu arasına bir tampon devlet yerleştirip bağını koparmak;

Kuşatılan Anadolu’da özelleştirme deyip kaynakları ele geçirmek;

Misyonerlik faaliyetleriyle Anadolu’daki Müslüman Türk varlığını Hıristiyanlaştırmak; nihayetinde Türk tarihi ve kimliğini yok ederek eski Bizans’ı kurmaktı…

Her üç planın ortak bir hedefi vardı; Büyük Kürdistan…

Büyük Kürdistan projesi dört büyük ülkeyi parçalıyor(Türkiye, Irak, İran ve Suriye), Anadolu-Asya arasında tampon bir devlet olarak bağını kesiyor ve İsrail’e müttefik oluyordu…

O yıllarda Türk Milleti ve devleti üzerinde oynanan oyunları halka anlatan önemli bir isim vardı;

Uğur Mumcu…

O yıllarda ABD’nin bu savaş oyunlarını bilen ve önlemeye çalışan önemli bir askeri şahsiyet vardı;

Orgeneral Eşref Bitlis…

Doğu’da yaşanan olayların iç yüzünü anlatacak olan bir Cem Ersever vardı…

Her üçü de hayatını kaybetti; her üçü de başladıkları işi bitiremeden aramızdan ayrıldı.

Başta sorduğumuz ‘Özal bir kahraman mıydı’ sorusuna ‘Özal Büyük Suikast’ın bir tetikçisi miydi’ sorusuna da eklerseniz, bu iki soru birbirinden çok ince bir çizgiyle ayrılır; kimin hangi yanda durduğunu görebilmek zordur.

Bu iki soru arasında önemli bir fark var;

 İlki, masum demokratik talepler zemininde siyasi Kürt hareketinin demokratik çözüme katkıda bulunmak amacıyla gösterilmiş olan safdilliktir.

Diğeri ise anayasa ile teminat altına alınmış olan ‘devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü’ tehdit eden bir siyasi projeye hizmet anlamındadır,

Buna nasıl karar vermeli;

 Özal iyi bir devlet adamı mıydı yani bir kahraman yoksa tetikçi miydi?

Kitap:

Büyük Suikast/Kürt Gerçeğinde Bilmediklerimiz

Erdal SARIZEYBEK

Emekli Albay, araştırmacı yazar. Terör ve siyaset üzerine yayımlanmış 16 eseri bulunmaktadır.
Başa dön tuşu