Bugün 23 Temmuz.. ‘Kim Ne Diyor’

Hatay ve Hakkari..Türkiye’nin en güneydeki vatan toprakları.. Şemdinli’yi anlamadan Hatay’ı, Hatay’ı anlamadan Hakkari’yi anlayabilmek mümkün değil..
Yıl 1920, 26 Şubat…
Bir yıl önce başlamış olan Büyük Ermenistan- Küçük Kürdistan projesi 1920 yılında da hız kesmeden devam ediyordu. Bu kez toplantı yeri Londra idi… Toplantıda ilk sözü Fransız Delegasyonu Başkanı B. Cambon aldı, konu Kürdistan’dı… Soru ise şuydu; ‘Kürdistan bağımsız olacak mı?’ Cevabı İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon verdi;‘Kürdistan sorunu henüz çözümlenmedi’.
Peki, Kürdistan madenleri üzerinde kim söz sahibi olacaktı; Fransa mı, İngiltere mi? Delegasyonlar bu konuda anlaşamadı. Ertesi günkü konu Ermenistan oldu; Ermenistan kurulacaktı, üstüne de Doğu Karadeniz’de Ermenistan korumasında bir ‘Özerk Laz Devleti’… 16 Mart 1920’de, Amiral de Robeck Lord Curzon’a şu raporu çekti: ‘
‘Damat Ferit Paşa ve Seyit Abdulkadir ile görüştüm. Ferit Paşa, Diyarbakır, Harput ve Muş bölgelerindeki Kürtleri Türk milli hareketine karşı kışkırtmak istiyor. Bunun İngiliz politikasına uygun düşüp düşmediğini soruyor. Seyit Abdulkadir ise millicilere karşı harekete geçmeye hazır, ancak bağımsız veya İngiliz mandasında bir Kürdistan’ı garanti etmedikçe Ferit Paşa ile birleşmek istemiyor. Durum sıkıntı verici.’
17 Mart günü, Gürcü Cumhuriyeti temsilcileri adına Çeitze de kaldığı Curzon Hotel’den Barış Konferansı Başkanlığı’na gönderdiği dilekçe ile Artvin’i istiyordu. Kürt Teali Cemiyeti Başkan Yardımcısı Emin Ali Bedirhan, Kürt Demokrat Partisi Genel Sekreteri Selim Bekir, Kürt Öğrenci Birliği(HEVİ) Başkanı Baki ve Kürt basını adına Kemal Fevzi imzalarıyla gönderilen bir mektupta, Kürt politikasından dolayı Lloyd George’ye teşekkür ve İngiliz Hükümeti’nin cömert yardımları rica ediliyordu.
Londra Barış Konferansı’nda Kürdistan konusu bir karara bağlanamadı ve sorun, İtalya’nın San Remo kentinde yapılacak olan konferansa devredildi. 18 Nisan 1920’de konferans başladı… İngiliz Başbakanı Lloyd George, ‘Kürdistan hakkında karar vermek çok güçtür’ diyerek tarihsel İngiliz siyasetini açıklamaya koyuldu. Bu konuşma toplantı tutanaklarına şöyle geçti;
‘Bu ülke şimdiye değin Türk İmparatorluğu’nun bir parçası olagelmiştir. Ülkede oturanlar, genellikle komşuları ile savaş halinde kabilelerdir. Ülke, Ermenistan’ın yanı başında ve yazgısı da Asuri ya da Geldani Hıristiyanları ilgilendirdiği için Avrupalı ülkeler açısından ilgi çekicidir. Ayrıca Güney Kürdistan, Büyük Britanya’nın manda yönetimin denetimi altına geçme olasılığı bulunan Musul ilinin de bir bölümünü oluşturur. Çeşitli olasılıklar ileri sürülmüştür. Örneğin, Fransız hükümeti ile İngiliz hükümetinin ülkenin bazı bölümleri üzerinde korumanlık kurmaları gibi. Halbuki her ikisi de bu sorumluluğu yüklenmek istememeliler’.
Bunun üzerine ülkeyi Türkiye’den ayırıp özerklik vermenin iyi olacağı düşünüldü. Ancak, Kürtlerin kendilerinin ne istediğini ve özerk bir devlet olarak örgütlenecek olurlarsa ne denli bir denge oluşturacaklarını kestirmek güçtür. Kendisi kişisel olarak Kürtlerin duygularını anlamaya çalışmıştır. İstanbul, Bağdat ve başka yerlerde soruşturmalar yaptırdıktan sonra, sonuçta, temsil yeteneği olan bir Kürt bulma olanağı elde edilememiştir. Hiçbir Kürt’ün, kendi özel kabilesinin dışında hiçbir şey temsil etmediği izlenimi edinilmektedir.’
Konferansın o günkü oturumu kapanırken, toplantı tutanaklarına eklenen şu metin ile Avrupa siyasetinde gelecekteki Kürdistan’ın sınırları şöyle çizildi: ‘İş bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sayılarak altı ay içinde İstanbul’da toplanacak ve Britanya, Fransız ve İtalyan hükümetlerince atanacak bir komisyon (…..) maddelerde tanımlandığı biçimde Fırat’ın doğusunda, Ermenistan’ın güney sınırları güneyinde, Suriye ve Irak/Mezopotamya kuzey sınırlarının kuzeyinde, çoğunlukla Kürtlerin bulunduğu bölgeler için bir yerel özerklik planı hazırlayacaktır. Bu plan, bölgede yaşayan Asuri-Geldani ve öteki soy ve din azınlıklarının korunması için tüm güvenceleri içerecek ve bu amaçla, Britanya, Fransız, İtalyan, Acem ve Kürt temsilcilerden oluşacak bir komisyon, işbu anlaşma hükümleri gereğince Türk sınırının İran sınırı ile aynı olduğu yerlerde, gerekmekte ise ne gibi düzeltmeler yapılacağını incelemek ve karara bağlamak için bu yerleri gezecektir.’
Bu anlatılanlar 1920 Sevr işgal olanının ana stratejik fikridir. Yani Anadolu’da Türk varlığı ile Orta Asya’daki Türk varlığı arasına tampon yönetimler kurmak, böylece bu iki gücün birleşmesini önlemek. 1920 Sevr projesi büyük Ermenistan ve küçük Kürdistan tampon özerk yönetimlere dayanıyordu. Ancak İngiliz stratejik düşüncesi bununla da sınırlı değildi, sırada Nesturi, Asuri, Süryani tapon özek yönetimleri de vardı.
Şimdi bu 1920 stratejik düşüncesini günümüz Ortadoğu projesine bağladığınızda bire bir aynıdır. Yani BOP Sevr’in günümüz versiyonudur. Büyük Ermenistan hayali bugünkü aylıkçı siyasi Kürtçülük üzerinden işletilmektedir. Zaten Barzani devletçiği kurulmuş, ilanını beklemektedir. Diğer etnik kimliklere gelince..
Bu ancak Suriye’de yaşanılanlara yakından bakıldığında görülecektir. Irak kuzeyi ve Suriye kuzeyi boşaltılmış, ABD desteğindeki PKK terör örgütünün yönetimine alınmıştır. Bu bölgelerde yaşayan ve adları 1920 İngiliz projesinde geçen Nesturi Asuri Süryani gibi etnik kimlikler PKK terör örgütünün yönetimine alınmıştır. Türkiye’ye gelen sığınmacıların durumu sadece ekonomik açıdan değil, siyasi açıdan bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak Türkiye bugün Lozan’da parçalanan yıkılan 1920 Sevr işgal projesinin 21. Yüzyıl BOP versiyonu ile karşı karşıyadır. BOP projesine karşı çıkılmadan, bu menfur projeye karşı siyasi tavır alınmadan yerli ve milli olunmaz.
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı yazar